10 Ocak 2017 Salı

Lozan'a Giden Yolda Önemli Tarihler

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Kocatepe'de Büyük Taarruzu yönetiyor.




























Lozan Defteri 


Meşhur bir söz var 'Tarihini bilmeyen milletlerin coğrafyasını başkaları çizer.' diye. Lozan Barış Antlaşması da ülkemizin coğrafi sınırlarının çizildiği önemli bir olay. Bunu bilmemiz gerekiyor.

Lozan'da olanlar aslında koskoca, global, çok uluslu bir şirket tasfiyesine benzeyen; Osmanlı İmparatorluğu'nun tasfiyesine dair konuların tek tek görüşüldüğü çok kapsamlı bir iş. 

Ali Fethi Okyar
Olanları anlayabilmek için daha da geriye gitmek gerekiyor belki de. Ancak Amacım/Kaynaklarım başlığında bahsettiğim gibi, ben o kadar geriye gitmeyeceğim. 1922 yılının Temmuz ayından itibaren başlatacağım Lozan Defteri'ni.

1922 Temmuz 'unun ilk günlerinde Mustafa Kemal, İçişleri Bakanı ve aynı zamanda  yakın dostu olan Ali Fethi(Okyar) Bey'i yanına çağırarak ''İngilizlerle barışı bugünkü şartlarda aradığımız yolunda, yani Ankara’nın barış taraftarı olduğunun kanaatini verecek temaslar yapmanı, Eylül ayının ortalarına kadar İngilizlerin meşgul edilmesini istiyorum. Yusuf Kemal Bey Paris’te temasta bulunurken sen de Londra’da temaslarda bulunursun ve gerekirse Paris ve Roma’ya giderek İngiltere‘yi kuşkulandırmazsın. " diye görevlendirir.

Türk'ün Ateşle İmtihanı eserinde Halide Edip (Adıvar) o günleri şöyle anlatır; ''Haziranın sonunda uzun bir izin alarak Ankara'ya gittim. Mustafa Kemal bu aralık cepheyi teftiş ediyordu. Ordu taarruza hazırdı. Fakat Türk-Yunan ilişkilerini kansız olarak halletmenin mümkün olup olmadığını son defa anlamak için Dahiliye Vekili Fethi Bey'i İtilaf Devletleri başşehrine göndermişti. '' 


Görevlendirme sonrası Ankara'dan yola çıkılır. Google Maps verilerine göre Ankara'ya 2.927km uzaklıktaki Marsilya'ya 18 Temmuz 1922'de ulaşan  Ali Fethi (Okyar) Bey'in Paris'e ulaşabilmek için daha 787km yol gitmesi gerekmektedir. 

23 Temmuz 1922 günü, Fransa Başbakanı Raymond Poincaré ve Türk dostu Franklin Bouillon ile görüşmeyi başarır. Bu görüşmenin ardından Avrupa'daki basına yaptığı barış taraftarı olduğumuzun mesajını tekrarlar.

Paris’teki görüşmelerin tamamlanması üzerine, Paris temsilcimiz Ahmet Ferit (Tek) Bey ile görüşen Ali Fethi (Okyar) Bey, İngiliz Büyükelçiliği’ne onun aracılığı ile başvuruda bulunarak; Londra’ya gitme izni ister. Elçiliğin vermiş olduğu olumlu cevap üzerine Paris’ten ayrılır.
  • 3 Ağustos 1922 günü,  Ali Fethi (Okyar) Bey, Londra’ya ulaşır. İlk iş olarak, İngiliz basınına yaptığı açıklamada amacımızın uzlaşma ve barış olduğunu tekrar belirtir. İngiliz halkının ve kamuoyunun da bu konuda aydınlatılması gerektiğini özellikle vurguladıktan sonra, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na baş vurarak, Lloyd George ve Lord Curzon ile görüşmek için randevu ister. İlgili daire müracaatın Curzon’a iletileceğini ve cevabın bildirileceğini Ali Fethi’ye söyler. O da, verilecek cevabı beklemeye başlar. Bekler, bekler, bekler... 
İngiltere'de Ali Fethi (Okyar) Bey randevu almayı beklerken, Ankara'da ortalık iyice karışır. Bu karışıklığı anlayabilmek için bir sene önceye, 1921'e gitmemiz gerekiyor..
Ahmet Ferit (Tek) Bey

Geçen sene, 10-25 Temmuz 1921 tarihleri arasında Yunan Ordusu'nun gerçekleştirdiği saldırılar karşında tutunamayacağımızı hatta büyük bir zarara uğrayacağımızı anlayan Mustafa Kemal, orduyu bir arada tutmak amacıyla 18 Temmuz 1921'de
 İsmet Paşa'ya ordusunu Sakarya'nın doğu sınırına kadar çekebileceği emrini vermişti. Eskişehir ve Kütahya savaşlarının ardından geri çekilen Türk Ordusu'nun bıraktığı yerleri alan Yunan Ordusu, Polatlı'ya kadar yaklaşmıştı. Durum böyle olunca Ankara'da kıyamet kopmuştu. 

Fevzi Paşa (Heyet-i Vekile Reisi), 23 Temmuz 1921 günlü gizli oturumda, Yunan saldırısı ve askeri, durum hakkında bilgi vermiş, bütün kuvvet ve malzemenin düzenli olarak Eskişehir hattına çekildiğini belirterek, "...Muzaffer olamadık ama muvaffak olduk..." demişti. Sonra da Meclis'in güvenlik gerekçesiyle Kayseri'ye taşınmasını önermişti. Ancak ordunun ve halkın moralini bozacağı için bu öneriye itiraz edilip kabul edilmemişti.

Meclis, ordunun durumunu yerinde görüp incelemeleri ve bir rapor sunmaları için cepheye gönderdiği Rıza Nur (Sinop), Vehbi (Aydın), ve Mahmut Esat (İzmir) beylerin hazırladıkları rapor ve açıklamaları, 2 Ağustos 1921 günlü gizli oturum gündemine alınır. 

Rapora göre; ordunun geri çekilmesi muhtemel bir felaketi önlemiştir. Manevra gereği olduğu gibi, durumun zorluğunu gördükleri için ordu geri çekilmişti. Disiplini, kumandası, maneviyatı iyi idi. Ama rapordaki diğer gerçekler acıydı; "...Askerin çarığı yoktur... çorapla kundura ister... bir kısmı çıplak ayaklı., açıkta... soğuk oluyor, kaputu yoktur... su yoktur... mataraları eksiktir... fıçı yoktur.. yüzde 20 oranında süngüsü yoktur... kılıcı yoktur... 5000 civarında şehit vermiştir... maaş alamamışlardır... elbise % 80'inde yoktur., çadır yoktur... iç çamaşırı da yoktur..." Gazete ulaşamamakta, casusların propagandaları, özellikle de açlık ve susuzluk propagandası, askeri firara teşvik etmektedir. Sonuçta bu eksikleri giderecek ve orduyu savaşa hazırlayacak bir başkomutana ihtiyaç olduğu iyice ortaya çıkmıştır.

5 Ağustos 1921 günlü gizli oturumda, kendisine gösterilen güven ve yakınlığa teşekkür eden Mustafa Kemal Paşa, bir önerge sunar. Başkomutanlığı, yararların çarçabuk elde edilebilmesi, ordunun maddi ve manevi kuvvetinin hemen artırılıp pekiştirilmesi ve yönetiminin bir kat daha sağlamlaştırılması için, Meclis yetkilerini fiilen kullanmak şartıyla kabul etmektedir. 

Ulusal egemenliğin ve meşruiyetin en sadık kulu olduğunu, ulusa bir kez daha göstermek için de bu yetkinin üç ayla sınırlandırılmasını diler. Sonra konu uzun uzun tartışılır. Bir kişiye meclisin tüm yetkileri ile birlikte bu görev tanımının yapılması çılgıncadır. Ama günün şartları bunu gerektirdiği için kabul edilen Başkomutanlık Kanunu sırasıyla 31 Ekim 1921, 4 Şubat 1922, 6 Mayıs 1922 tarihlerinde üçer aylık süreler için yenilenecekti.


7-8 Ağustos 1921Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, “Başkomutanlık Kanunu” hükümlerinin kendisine verdiği yetkiye dayanarak ilk iş olarak Tekalif-i Milliye isimli emirleri yayınlar. Amacı ileride yapmayı planladığı büyük taarruz öncesi, ordusunun eksiklerini gidermektir. Bu emirlerin içeriği aşağıdaki şekildedir;



  1. Her kazada birer “Tekâlif-i Milliye Komisyonu” kurulacak. Komisyonlar 11 Ağustos 1920’den itibaren toplantı halinde bulunacak ve komisyon üyeleri hiçbir ücret almayacaktı
  2. Ülkede her aile birer kat çamaşır,birer çift çorap ve çarık hazırlayıp “Tekâlif-i Milliye Komisyonu”na teslim edecekti. Çok fakir evlerin bu bağışın dışında tutulması, bu fakirlerin yerine, mükellefiyetin diğer bir varlıklıya yüklenmesi komisyonun görevidir.Toplanan eşyalar komisyonun bir memuru tarafından korunacak verilen eşyaların miktarını ve teslim tarihini gösteren bir makbuz verilecekti.
  3. Tüccarın ve halkın elinde bulunan çamaşırlık bez, Amerikan patiska, pamuk, yıkanmış ve yıkanmamış yün ve tiftik, erkek elbisesi dikmeye yarayan her cins kışlık ve yazlık kumaş, kalın bez, kösele, vaketa (ince meşin), taban astarlığı, sarı ve siyah meşin, sahtiyen, dikilmiş ve dikilmemiş çarık, potin, demir kundura çivisi, tek çivi, kundura ve saraç ipliği, nallık demir ve yapılmış nal, mıh, yem torbası, yular, belleme, kolon, kaşağı, gebre, semer ve urgan stoklarından yüzde kır kına, parası sonradan ödenmek üzere el konulacaktı. Ellerindeki malzemelerin yüzde 40'ı alındıktan sonra, yurt dışından gelen malların %10’u da iskelelerde aynı şartlar altında ordu ihtiyacı için alınacak, %90’ına hiçbir şekilde karışılmayacak mal sahibine bırakılacaktır. Çocuk ve kadın elbiseleri ve lüks eşya almak kesinlikle yasaklanmıştır. Dışarıdan mal getiren tüccarlardan Tekâlif-i Milliye Komisyonlarına mal veren ve karşılığında kuruşlu senet alanlar, senetlerinde yazılı miktardaki haklarının % 20’sini sonradan getirecekleri malların gümrük bedeline mahsup edebileceklerdi.
  4. Eldeki buğday, saman, un, arpa, fasulye, bulgur, nohut, mercimek, kasaplık hayvan, şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz, zeytinyağı, çay, mum, stoklarından yüzde kırkına parası sonradan ödenmek üzere el konuldu. Emirde belirtilen maddelerin %40’ına komisyonlarca el konulması, ambarlarda depolanması ve takdir edilen fiyat üzerinde sahiplerine kuruşlu belge verilecekti. Komisyonlarca toplanan buğdayların un haline getirilmesi için komisyonlar bölgesinde mevcut fabrika ve değirmenlere eşit olarak bölünecek ve bu görev ücretsiz yaptırılacaktı. Bu taşımanın devam ettiği müddetçe araç sahipleri ve hayvanları ordu ambarlarından iaşe olunacaktı.
  5. Ordu ihtiyacı için alınan taşıt araçları dışında, halkın elinde kalan taşıt araçlarıyla, yüz kilometrelik bir uzaklığa kadar, ayda bir defa olmak üzere, parasız askerî nakliyat yapılması emredilecekti.
  6. Ordunun giyimine ve beslenmesine yarayan bütün sahipsiz mallara el konularak “miktarı tespit” ve fiyatları takdir olunarak kuruşlu bir senet oradaki mal sandığına verilecekti.
  7. Halk, elinde bulunan savaşta lüzumlu bütün silâh ve cephaneyi üç gün içinde senet karşılığı teslim edecekti. Savaşın sonunda bu emirde adı geçen silâhlar, bir “hatıra” olmak üzere sahiplerine geri verilecekti.
  8. Benzin, vakum, gres, makine, don, saatçi ve taban yağları, vazelin, otomobil, kamyon lastiği, solüsyon, buji, soğuk tutkal, Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, pil, çıplak tel, yalıtkan maddeler ve bunlar cinsinden malzeme, asit sülfürik stoklarının yüzde kırkına ordu adına el konuldu. Alınanların bedeli daha sonra ödenecekti.
  9. Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç, arabacı esnafları ve imalâthaneleriyle, bu esnaf ve imalâthanelerin iş çıkarabilme güçleri ve kasatura, kılıç, mızrak ve eyer yapabilecek ustaların adlarıyla beraber sayıları ve durumları saptandı.
  10. Halkın elinde bulunan dört tekerlekli yaylı araba, dört tekerlekli at ve öküz arabalarıyla, kağnı arabalarının, bütün takım ve hayvanlarıyla beraber ve binek ve top çeker hayvanları, katır ve yük hayvanları, deve ve eşek sayısının yüzde yirmisi ordu adına alındı.
Bütün bu alınanlar için sahiplerine yukarıdaki maddelerde de okuduğunuz üzere, belge verildi ve devlet borçlandı. Emrin yerine getirileceği en son tarih; 10 Eylül 1921'di. Hazırlık sürecine bir an önce başlamak ve kısa sürede tamamlamak hedefleniyordu...

Bu arada Yunanlılar da boş durmuyordu. Temmuz döneminde Eskişehir ve Kütahya'da elde ettikleri başarının devamını sağlamak ve öldürücü darbeyi vurmak için 23 Ağustos - 13 Eylül1921 tarihleri arasında yeniden taarruza geçti.

Yunan tarafı, 90 bin piyade tüfeği, 700 makineli tüfek, 300 top, 20 uçak ve bin 500 kişilik bir süvari kuvvetine sahiptir. Türk tarafı ise 2 bin 500 subay, 45 bin piyade tüfeği, 240 makinalı tüfek ve 175 adet çeşitli çapta top ve 4 bin 500 süvari ile 2 uçaktan oluşuyordu.

Nutuk'tan öğrenmeye devam edelim; “Meydan Muharebesi yüz kilometrelik cephe üzerinde oluyordu. Sol kanadımız Ankara’nın 50 km güneyine kadar çekilmişti. Ordumuzun cephesi batıya iken güneye döndü. Bunda hiç bir sakınca görmedik. Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısmın yerine, en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Memleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Savunma hattı yoktur, savunma alanı vardır. O alan bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder.” 



Bu taktik, dünya savaş tarihine geçecekti. Normalde düşman tarafından yarılan birlik geri çekilerek yeni bir hat oluşturması ve onu savunması gerekiyordu. Ama Mustafa Kemal, birliklerin hattı savunmaya değil bulundukları bölgeyi savunmalarını emredecekti. Düşman o hattı yardığında, geri çekilme harekatı olmadan bulunduğun bölgeyi sonuna kadar savunmayı yani ölmeyi emrediyordu. Bu tür bir savunma anlayışı Yunanlıları şaşkına çevirmişti. Çünkü yardıkları birlik geri kaçmıyor bulunduğu bölgede savaşmaya devam ediyordu. Bu durum bu şekilde tam 22 gün 22 gece sürdü. Sakarya Meydan Muharebesi Yunan Ordusu'nun taarruz gücünün kırılmasıyla, Türk Ordusu'nun başarısıyla sonuçlanacaktı. Ancak her yer kan gölü olmuş ve her iki taraf da ağır kayıplara uğramıştı. 

Türk ordularının 1685'deki 2. Viyana Kuşatmasından itibaren başlayan geri çekilişi, Sakarya Savaşı’nın bittiği 13 Eylül 1921 tarihinde yani iki buçuk asra yakın bir zaman (236 sene) sonra durdurulmuştu.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'ya , Yunan Ordusu'nu durdurmayı başardığı Sakarya Savaşı'ndan sonra TBMM 19 Eylül 1921'de, ''gazi'' ve ''mareşal'' ünvanı verecekti.. Yine bu başarıdan sonra Ruslarla yapılan 19 Ekim 1921'de Kars Antlaşması ile artık doğu sınırlarının güvenliği sağlanırken Rusların maddi ve manevi desteği de alınmaya başlanacaktı. Yine 20 Ekim 1921'de Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşmasıyla da güney illeri Fransız işgalinden kurtarılmış olacaktı. Askeri açıdan her iki tarafın da dinlenmeye, gücünün toplamaya ihtiyacı vardı.


1921 yılında 'Başkomutanlık' ya da o dönemdeki tabiriyle 'Başkumandanlık' sürecinde  olanları hatırladıktan sonra tekrar 1922'ye dönelim isterseniz. Ali Fethi (Okyar) Bey , görüşmek için İngilizlerden randevu almayı bekliyordu..


20 Temmuz 1922 günü, TBMM'de Dr. Refik ve Operatör Emin beyler, Başkumandanlığı zorunlu kılan nedenlerin devam ettiği gerekçesi ile, Başkumandanlık Kanunu'nun, 5 Ağustos 1922 tarihinden itibaren üç ay daha uzatılmasını teklif ederler. Kanun tasarısı görüşülmeksizin oylanır ve kabul edilir.

  • 5 Ağustos 1922 , Mustafa Kemal'in , TBMM tarafından olağanüstü yetkilerle 3 ay daha süreliğine başkomutanlık görevine getirilmesine dair yaptığı konuşmasından sonra yeniden verilen kanun tasarısıyla “Mustafa Kemal Paşa’ya zaman şartı olmaksızın (yani, süresiz biçimde) geçici olarak Başkomutanlık” verilmiştir.
  • 6 Ağustos 1922 tarihinde, İsmet Paşa yönetimindeki Batı Cephesi Komutanlığı, ordulara gizli olarak taarruz için hazırlanmaları emrini vermişti. Mustafa Kemal Paşa, taarruz için yapılması gerekenleri hazırlamak üzere bir müddet daha Ankara’da kaldı. Londra'daki İngiliz yetkililer, aynı günlerde, 'hastalık' mazereti öne sürerek, Ali Fethi(Okyar) Bey'e randevu veremeyeceklerini söylediler. 
     Kendilerinin, Birleşik Krallık
    bizlerin, İngiltere dediği
    ülkenin Başbakanı Lloyd George
  • 13 Ağustos 1922 günü, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Ankara’dan ayrılarak cepheye gitti. 
  • 14 Ağustos 1922 : Londra'da İngiliz yetkililerden randevu alamayan Fethi Bey, Londra'da Savoy Hotel'de bir basın toplantısı düzenledi. Bu toplantıya davet ettiği İngiliz ve diğer yabancı basın mensuplarına, ''Türkiye'nin barış isteğini'' nedenleriyle anlattı. İngiltere'nin Türkiye ile ilgili politikasını eleştirerek, ''İngiltere'den bu konuda cevap bekliyoruz.'' dedi. Burada amaç, -tarih kitaplarındaki ismi ile- İtilaf Devletleri'nin, bizim Yunanlılara hücum etme ihtimalimizi, akıllarına getirmelerine engel olmak, sanki yeterli gücümüz yok da barış dilemeye gelmişiz gibi bir algı yaratmaktı. Bunda da başarılı olmuşa benziyordu. Çünkü İngilizler, aciz durumda olduğunu düşündüğü Türk Heyeti'nin temsilcisi ile görüşme gereği dahi duymamışlardı.

    Mareşal Fevzi Çakmak 
    ( Kendisi ordumuzdaki iki 
    mareşalden biridir. Diğeri için
    bknz. Mustafa Kemal Paşa )
  • 17/18 Ağustos 1922 gecesi Mustafa Kemal PaşaAnkara’dan Konya’ya büyük bir gizlilik içinde hareket etti. Çankaya'daki ikametgahında kalanlara, Mustafa Kemal'i soranlara cevaben hasta olduğu ve köşkten ayrılamayacağını söylemeleri tembihlenecekti. Ayrıca yine Mustafa Kemal'in emriyle; 'Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın 21 Ağustos 1922 tarihinde Çankaya'da, Ankara'da bulunan yabancı devlet temsilcilerinin ileri gelenlerine çay ziyafeti' vereceği haberleri yayılmaya başlanmıştı. Gizlilik prensibine uyularak gerekli önlemler alınmış, kamuoyunun ilgisi bu faaliyete çekilmeye çalışılmıştı. Hatta iki gün sonra yayımlanan İkdam gazetesi çay ziyafetinin çok kalabalık olduğu haberini yayımlayarak bu tedbiri sürdürmeye devam etmişti.
Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz öncesi Ankara’dan cepheye gidişini Nutuk’ta şöyle anlatır: ''Ben, birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi pek mahdut birkaç zattan başka bütün Ankara’dan gizledim. Benim Ankara’dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hatta benim, Çankaya’da çay ziyafeti verdiğimi de gazetelerle ilan edeceklerdi. Bunu şüphesiz o vakitler işitmişsinizdir.Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobil ile Tuz Çölü (Şereflikoçhisar) üzerinden Konya’ya gittim. Konya’ya hareketimi orada kimseye telgrafla bildirmediğim gibi Konya’ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya’da bulunduğumun da hiçbir tarafa bildirilmemesini temin ettim. 20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 4.00’de Batı Cephesi Karargahında yani Akşehir’de bulunuyordum.'' 


Büyük Taarruz Harekat Planı
  • 20/21 Ağustos 1922 gecesi cephe karargahında, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ve İsmet Paşaların da olduğu ordu komutanlarını toplayarak harita üzerinde taarruz hakkında son plânlarını açıkladı. Bu toplantıya Süvari Kolordusu komutanı Fahrettin Paşa da katılmıştı.
  • 22 Ağustos 1922 günü Ali Fethi Bey, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından kalma izni uzatılmadığı için Londra’dan ayrılarak, Paris’e dönmek zorunda kalacaktı. Bu duruma rağmen, gerçekte -yukarıda az önce de okuduğunuz gibi- verilen görevde başarılı olmuştu. İngiltere'deki ve Avrupa'daki bazı gazeteler, Türklerin barış çağrısına dair yayınlar yapmaya başlamıştı. Hatta Avam Kamarası'nda, (Lordlar Kamarası mı demeliydim?) İngiliz muhalefeti, İngiltere Hükümeti'nden bu konu ile ilgili açıklama yapmasını istiyordu. Ancak İngiliz Hükümeti kendinden ve sapasağlam arkasında durduğu -bu sayede Polatlı'ya kadar ilerlemeyi başaran- Yunan Ordusu'nun zaferinden emindi.
  • 24 Ağustos 1922 tarihinde, Cephe Karargahı, Akşehir’den taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına nakledildi. Bu işler gece yapıldığı için Yunanlıların dikkatini çekmiyordu.
  • 25 Ağustos 1922 sabahı, Cephe Karargahı, Şuhut’tan savaşın idare edildiği Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugaha taşınacaktı.
Nazım Hikmet (Ran)
  • 26 Ağustos 1922 : Kuva-i Milliye Destanı'nın yeni ve şerefli bir sayfası daha bugün yaşanacaktı. Bugüne dair tarihi olayları, önce  Nazım Hikmet'in şiiriyle okumaya başlayalım...

    KUVAYI MİLLİYE'DEN

    Düşündü birdenbire kayalardaki adam
    kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri
    Kim bilir onlar ne kadar büyük
    ne kadar uzundular?
    Birçoğunun adını bilmiyordu
    yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlikten evvel
    geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

    Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu
    Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.
    Paşalar onun arkasındaydılar.
    O, saati sordu.
    Paşalar: "Üç" dediler,


    Sarışın bir kurda benziyordu.
    Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    Yürüdü uçurumun basına kadar,
    eğildi, durdu.
    Bıraksalar
    İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
          Nazım Hikmet

  • 26 Ağustos 1922 Cumartesi Kocatepe;  Gazi Mustafa Kemal, emrindeki Türk Ordusu'na taarruz/hücum emri verdi. Mustafa Kemal,''Sabah saat 05,30'da topçu ateşimizle taarruz başladı.'' diye anlatmaya başlayacaktı o sabahı Nutuk'da... 
Yunanlıların cephede 120.000, geride 30.000 askeri vardı. Bizim ordu 105.000 kişiydi. Bizim 348 topumuza karşın 327 topu vardı. Bizim 5000 süvarimize karşı onların 1300 süvarisi vardı...
  • 27-28 Ağustos 1922 : bütün Yunan ordusu ateş altında ezilerek kuzeye atıldı ve her yandan sarıldı. Mustafa Kemal, Nutuk'da o günleri de  ''Efendiler, 26-27 Ağustos günlerinde ,yani iki gün içinde,Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20,30 km uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük.30 Ağustos'a kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık.'' diye anlatacaktı.
Tüm bunlar olurken Anadolu halkı gelişmelerden sağlıklı bir biçimde haber alamıyordu. Hatta Yunanlılar lehine sonuçlar olduğuna dair duyumlar geliyor ve moraller iyice bozuluyordu.
  • 28 Ağustos 1922 : Büyük Taarruz'un Türkler adına büyük bir başarıyla sürdüğü haberleri İngiltere'de duyulmaya başlayınca Lord Curzon, Eylül ayının gelmesini beklemeden Ali Fethi Bey'i Londra'da Dışişleri'ne davet etti. Daha altı gün önce İngiltere'deki vizesini uzatmadıkları için Paris'e gitmek zorunda kalan Ali Fethi Bey'e ,Yunan Ordusunun yenilgi haberleri sonrası, ''fazla kan dökülmemesi ve Yunan ordusunun çekilirken, işgal sahasında daha çok tahribat yapılmasını engellemek için, savaşın kısa süreli ateşkes ile durması'teklifinde bulundu. Bu teklifi acil biçimde Ankara'ya bildirmesini ve oradan gelecek haberi saat ne olursa olsun kendisine iletmesini istedi.    
  • 30 Ağustos 1922 : Mustafa Kemal komutasındaki Türk ordusu 'Başkomutanlık Meydan Savaşı' adı verilen son meydan savaşını kazanarak Yunan ordusunun büyük kısmını imha etti. Bu arada, nihayet, Anadolu'ya son gelişmelerle ilgili doğru haberler gelmeye başladı. Ordumuz Afyon'a girdi... 

  • 31 Ağustos 1922: Türk Ordusu ilerlemeye, Yunan Ordusu da geri çekilirken yerleşim yerlerini yakıp yıkmaya devam ediyordu.
  • 1 Eylül 1922 : ''Ordular ! İlk hedefiniz Akdeniz'dir ! İleri ! ''... Cephe gerisinde, yani Anadolu'da, Türk Ordusu ile doğru haberler alınmasına rağmen İstanbul'da bambaşka bir tablo vardı.Örneğin Falih Rıfkı Büyükada'ya giderken Rumların konuşmalarını duyuyor ve endişeleniyordu.Sonra bir arkadaşı yanına gelerek ''Güya Türk ordusu bozulmuş, Mustafa Kemal'i de Uşak'da esir almışlar''diyecekti...Kısacası, İstanbul sağlıklı bilgiye sahip değildi ve büyük bir kaos vardı.
Kurmay Albay Halit
 (Akmansu) Bey
  • 2 Eylül 1922 : Kurmay Albay Halit Bey (Akmansu) yönetimindeki Türk kuvvetleri; Yunan Ordusu Başkomutanı General Nikolas TrikopisII. Kolordu Komutanı General Kimon Digenis, 13. Tümen Komutanı Albay Vandelis ile birlikte 391 subay ve 4385 eri Karacahisar köyü yakınlarında teslim aldı. 
Büyük Taarruz başladıktan iki gün sonra Yunan Ordusu'nun Başkomutanı Yeoryos Hacıanestis, görevinden istifa ederek Yunanistan'a kaçmıştı. Türk tarafı tarafından İzmir ile haberleşmesi kesilmiş olan Trikopis ise Başkomutan olduğunu, ancak esir düştüğünde öğrenecekti.
  • 3 Eylül 1922 : Trikopis ve diğer Yunanlı komutanlar, Uşak'ta bulunan Mustafa Kemal'in huzuruna çıkarıldılar. Mustafa Kemal, kendilerini teselli için; bu gibi yenilgilerin tarihte örnekleri olduğunu, sevk ve idareyi eksiksiz yapmış iseler vicdanen rahat olabileceklerini söyleyerek teselli edecekti.
    Nikola Trikopis
  • 4 Eylül 1922 : İzmir'e doğru taarruza devam ettiğimiz sırada Bakanlar Kurulu Başkanı (Başbakan) Rauf Bey, ''ateşkes konusunda'' İstanbul'daki Müttefik Devletler temsilcilerinden haber geldiğini bildiren bir telgrafı Mustafa Kemal'e gönderiyordu... Doğrudan doğruya Mustafa Kemal'e gönderilen bir diğer telsiz telgrafta da İzmir'deki İtilaf Devletleri konsolosları kendisiyle görüşmelerde bulunma yetkisinin kendilerine verildiğini bildirerek onlarla hangi gün? nerede? buluşabileceğini soruyorlardı. Cevaben Mustafa Kemal , '9 Eylül'de, Nif 'de'  (günümüzdeki adı, Kemalpaşa) görüşebileceklerini söyleyecekti.  
  • 6 Eylül 1922 : İstanbul'daki Fransa, İngiltere, İtalya temsilcilerinin tercümanları , Ankara temsilcisini hep birlikte ziyaret ederek Anadolu'yu tamamen boşaltmak şartıyla, İtilaf Devletleri aracılığıyla Yunan Hükümeti tarafından barış istendiğini en kısa yoldan TBMM Hükümeti'ne bildirmesini rica ettiler.
  • 6 Eylül 1922 : Atatürk'ün hayatını anlattığı kitabında Andrew Mango bugün için; ''TBMM,iki yıl önce Yunan işgali karşısında yas işareti olarak kürsüye örtülmüş olan siyah örtünün artık kaldırılmasına karar verdi.''  diye yazacaktı. 
  • 7 Eylül 1922 : 'Ordular ilk Akdeniz'dir İleri!..' emrini alan Türk ordusu ; bütün ağırlıklarını bırakarak kaçan,fakat kaçarken bile Türk kasaba ve köylerini yakmayı unutmayan Yunan ordusunu kovalayarak İzmir'e doğru ilerliyordu.
  • 9 Eylül 1922 : İzmir'in kurtuluşu!.. Türk atlıları, öğleden önce, 11.30'da, halkın sevinç gösterileri ve göz yaşları arasında İzmir'e girdiler...On beş gün önce başlayan Büyük Taarruz sonucunda, Yunan Ordusu bozguna uğramıştı. Yunanlılar, bir günde 50 km derinliğinde bir mesafe kaçmakla dünyada o zamana kadar görülmemiş bir geri çekilme rekorunun sahibi olacaktı. İsterseniz alttaki, video için ''play''i tıklayın ve bundan sonrasını Haluk Levent'in tüyleri diken diken eden sesiyle söylediği İzmir Marşı eşliğinde okuyun...

  • 10 Eylül 1922 : Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, dağlarında çiçeklerin açtığı,altın güneşin ışıklar saçtığı İzmir'e ''Yaşa Mustafa Kemal Paşa! Yaşa!'' tezahüratlarıya girdi... Aynı gün, yani İzmir'in kurtuluşundan bir gün sonra da Bursa, düşman işgalinden kurtuldu. 
Nutuk'da yazdığına göre, aynı günlerde Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal'e olağanüstü yetkilere sahip askerlik görevinin sona erdiğini, bundan sonraki siyasi süreçleri Bakanlar Kurulu'nun yürütmesi gerektiğini anlatacak şekilde Ankara'ya çağrıldığı mesajını gönderecekti. Oysa henüz, ne askerlik görevi son bulmuş ne de siyasal ve diplomatik sorunlarla ilgilenip uğraşmaktan kendini alabilirdi.Mustafa Kemal kendisi ile görüşmeyi isteyen Bakanlar kurulu üyelerinin ya da ilgili Bakanların İzmir'e gelmelerini isteyecekti...

Başbakan Rauf (Orbay) Bey ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk)Bey, İzmir'e geldiler. Rauf Bey bir takım özel dileklerini bildirdi. Örneğin Ali Fuat Paşa ve Refet Paşa'nın zafer dolayısı ile terfi ettirilmelerini ve kendilerine uygun bir görev verilerek memnun edilmelerini rica etti. Mustafa Kemal,bu teklifi Nutuk'da şöyle cevapladığını anlatıyordu; ''Biliyorsunuz ki ,savaştan önce Ali Fuat ve Refet Paşaların savaşa katılmaları için türlü yollarla girişimde bulunmuştum.Sonuç alamadım. Zaferden dolayı ,savaşta fiilen hizmet edip liyakat göstermiş olan komutanlar ve subaylar terfi ettirilmek ve takdir edilmek suretiyle ödüllendirilmişti.Askeri harekata katılmaktan kaçınan kimselerin de bizzat orada bulunanlar ile birlikte ödüllendirilmeleri elbette kötü etki yapabilirdi. Kısacası Rauf Bey'e dileğini yerine getiremeyeceğimi söyledim.'' ...Böyle dediğine bakmayalım. Mustafa Kemal ,görev isteyen arkadaşlarına istediklerini yapacak, örneğin Refet (Bele)Paşa'yı İstanbul'u işgalden kurtarmak üzere yola çıkan Türk birliklerinin komutanı olarak görevlendirecekti.

  • 12 Eylül 1922: Mustafa Kemal, İzmir'de, Daily Mail gazetesi muhabiri Ward Price ile bir söyleşi yaptı. O gün yapılan söyleşide Ward Price, Mustafa Kemal'i ''Yarım saat boyunca akıcı bir Fransızca ile sakin,ama vurgulayıcı bir biçimde konuştu.Haki üniformasının üzerinde tek süs altın bir madalya idi'' diye anımsıyordu. Mustafa Kemal hedeflerini sıralarken, Türkiye'nin Suriye ve Mezopotamya'yı almak istemediğini, Boğazlara istihkam kurmayacağını söyleyecekti. İstanbul'u görüşme yoluyla yeniden elde etmek istediğini ama sonsuza dek beklemek arzusunda olmadığını da belirtecekti...
  • 13 Eylül 1922 : İzmir'in Ermeni mahallesinde çıkan yangın hızla, deniz kenarındaki mahallelere sıçradı. Kısa zamanda şehrin dörtte üçünü yutan yangından sadece tepenin üstündeki Türk mahallesi ve küçük Yahudi mahallesi kurtulacaktı... Büyük İzmir Yangını diye tarihe geçen hadiseden Mustafa Kemal, Nutuk'da söz etmezken; İsmet Paşa, anılarında yangının Rumlar tarafından çıkarıldığını ve İzmir'in baştan başa alevler içinde kaldığını yazacaktı. 
Gazi Mustafa Kemal ve Uşşakizade Ailesi
Aynı gün, İzmir'i saran yangın, Mustafa Kemal'in kaldığı Karşıya'daki evi de tehdit edince, Paşa körfezin güneyinde, Göztepe'de, deniz kenarında bir köşke taşındı. Köşkün sahibi İzmir'in ileri gelenlerinden -Soner Yalçın'ın Beyaz Türklerin Büyük Sırrı EFENDİ kitabında seceresini anlattığı- Muammer Uşşakizade idi. Muammer Bey'in 24 yaşındaki en büyük kızı Latife, Sakarya Zaferi'den sonra Fransa'da sürdürdüğü hukuk eğitimini yarıda bırakıp İzmir'e ailesinin yanına dönmüştü.
  • 15 Eylül 1922 : Londra'da panik vardı. Birleşik Krallık Sömürgeler Bakanı Winston Churchill, İtilaf devletlerinin tarafsız bölgedeki garnizonunda sayıları 7600'ü bulan askerlerin derhal takviyeler ile güçlendirilmesini istiyor, Başbakan Lloyd George da onu destekliyordu. 
İngilizler, savaş gemileri ve birliklerini Boğazlara gönderilirken yardım etmeleri için İtilaf Devletleri üyesi olan diğer hükümetlere baskı yapıyordu. Ancak artık herkes savaşmaktan bıkmıştı. Kimse yeni bir savaşın maddi yükü altına girmek istemiyordu. İngilizlerin çağrısına sadece Yeni Zellanda'nın olumlu yanıt vermesi İngilizlerin de elini kolunu bağlayacaktı.
  • 18 Eylül 1922 : ''Anadolu'yu fethedeceğim.''diye yola çıkan Yunan Kralı Konstantin yenilgi sonrası yanına Dışişleri Bakanı'nı da yanına alarak Mudanya'dan Averof zırhlısına binerek Atina'ya dönmüştü. Erdek ve Biga Yunan işgalinden kurtuldu.
    Count Carlo Sforza
    (İtalyan diplomat)
  • 19 Eylül 1922 :Türk birliklerine ilerlemeye devam etmeleri bildirildi. Fransa'nın İstanbul'da bulunan en yüksek konumdaki askeri temsilcisi General Pelle, Mustafa Kemal ile görüşmek için İzmir'e gideceğini bildirdi.
  • 20 Eylül 1922 ; Fransız ve İtalyan kuvvetleri Çanakkale'den çekilirken, İngilizler ''tarafsız bölge'' dedikleri bu bölgede kalmaya devam ettiler.
  • 21-22 Eylül ; Poincaré ,Lord Curzon ve Kont Sfortza Paris'de toplandılar. Şark/Doğu meselesini yani Türkiye'yi görüştüler.
  • 23 Eylül 1922 ; İstanbul'da Fransız Fevkalede Komiseri olarak bulunan Maurice Cesar Joseph Pelle, Mustafa Kemal ile görüşmek üzere İzmir'e geldi.''Tarafsız Bölge'' diye adlandırdığı Çanakkale tarafına Türk ordularının girmemesinin yerinde olacağını tavsiyesinde'' bulundu. 'Böyle bir bölge tanımıyoruz ve Trakya'yı da kurtarmadıkça ordularımızın durmayacak.'' cevabını aldı. General Pelle, Mustafa Kemal'e, Mösyö Bouillon'un da kendisi ile görüşmek istediğini bildiren bir telgraf iletti, Mustafa Kemal kendisini İzmir'de kabul edebileceğini söyledi. 
    Damat Ferit Paşa
  • 24 Eylül 1922; Türk kuvvetleri , İtilaf Devletleri'nin ''tarafsız bölge'' diye tanımladığı Çanakkale'ye girdi. Damat Ferit yurtdışına kaçtı...
  • 27 Eylül 1922 ; General Harrington, Mustafa Kemal'e Yunan Donanması'nın İstanbul'dan ayrıldığını bildirdi. Bu esnada Yunanistan'da ihtilal oldu.
  • 28 Eylül 1922 ; Mösyö Franklin Bouillon bir Fransız savaş gemisi ile İzmir'e gelerek Mustafa Kemal ile Fransız Hükümeti adına, İngiliz ve İtalyan Hükümetleri'nin de uygun görmeleri üzerine görüşmeye geldiğini söyledi. (Birbirlerinden habersiz bizimle görüşme bile yapmıyorlar.)
  • Bu esnada İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları imzasıyla bir nota geldi. Bu notada iki önemli konu yer alıyordu. Biri askeri harekatın durdurulmasıyla diğeri de Barış Konferansıyla ilgiliydi. 
    Franklin Bouillon
  • İtilaf Devletleri, Paris Konferansı sonrası kesin barışın görüşülmesi, Meriç'e kadar tüm Trakya ve Edirne'yi Türklerin alması, boğazların kullanımı ve diğer konuları görüşmek üzere TBMM Hükümetini ve zat-ı şahaneyi  yani padişahı aynı anda Venedik'e davet ettiler. Bu arada yine -Fransa,İngiltere ve İtalya'nın resmi olmayan iyi niyet elçisi konumunda diyebileceğimiz- Franklin Bouillon'un güvence vermesi üzerine Türk kuvvetleri Boğazlara doğru ilerlemesini durdurdu. 
  • Barış için yapılacak konferansın toplanmasından önce ,Yunan birliklerinin, İtilaf Devletleri komutanlarının çizecekleri bir hattın gerisine çekilmesi için, İtilaf Devletlerinin nüfuzunu kullanacağına söz verilmekte ve bu konuda görüşülmek üzere Mudanya veya İzmit'de bir toplantı yapılması teklif ediliyordu.
  • 29 Eylül 1922 ; Mustafa Kemal, kısa cevabında Mudanya Konferansı'ı davetini kabul ettiğini bildirdi; ''Fakat Meriç nehrine kadar Trakya'nın derhal bize geri verilmesini istedim. 3 Ekim'de toplanmasının uygun olacağını söyledim.Olağanüstü yetki ile Batı Cephesi Orduları Komutanı İsmet Paşa'yı delege tayin ettiğimi bildirdim. '' (bknz. Nutuk)
    General Harrington
  • Londra'da o kadar sinirli bir hava esiyordu ki İngiliz Kabinesi, Lord Curzon'un muhalefetine rağmen 29 Eylül'de General Harrington'a kendi tarafından tespit edilecek bir sürede Türkler tarafsız bölgeden çekilmezse onlara ateş edilmesini bildirdi. İngiliz kabinesi çarpışmanın yeniden başladığına dair haberleri duymayı beklerken General Harrington ateş emrini uygulamayarak ,Mudanya Mütarekesi'nin bitirilmesini sağlayacaktı. ( Bu anlamda, General Harrington için, sağ duyulu bir komutanmış demek gerek.)
  • 30 Eylül 1922 ; Yunanistan'da yenilgiye uğrayan ordu ayaklandı. ''İhtilal oldu '' ....Kral Konstantin ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve üçlü askeri cunta yönetimi ele aldı.Cuntanın önderi olan Albay Plastiras, doğu Trakya için savaşmaya kararlı olduklarını açıkladı. Yenilen pehlivan, tekrar tekrar güreşmek istiyor, güreşe doymuyordu.
Yunanlıların meşhur temsilcisi Venizelos ise,  o esnada, Londra'da, Yunanistan için yeniden Lloyd George'un desteğini almaya çalışıyordu. Ancak Lloyd George'un kendine hayrı kalmamıştı. Kısa süre sonra yapılacak seçimleri kaybedecek ve hükümeti bırakmak zorunda kalacaktı...
  • 1 Ekim 1922 ; Fransa Başbakanı Raymond Poincaré, Türk birliklerine İstanbul ve Trakya'ya doğru ilerlemesini durdurma emri verildiğini, bununla birlikte Franklin Bouillon'un verdiği güvencelerin temel alınacağı bir barış görüşmesinin Mudanya'da 3 Ekimde  başlayabileceği bildirimini aldı.
  • 2 Ekim 1922 ; Mustafa Kemal, Ankara'ya gitti ve bir vatan kahramanı olarak coşkuyla karşılandı.
    Mudanya Ateşkes Antlaşması'nı
    imzalayan heyet.
  • 3 Ekim 1922 ; Mudanya Konferansı toplandı. Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa, TBMM'yi temsilen Türk heyetine başkanlık yapıyordu. Fransa adına General Charpy, İngiltere adına işgal kuvvetleri başkomutanı General Harrington, İtalya adına General Monbelli, Yunanistan adına Generaller Mazarakis ve Sariyanis katıldılar. Türk Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Franklin-Bouillon kendilerine gereksinim duyulabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak, Bursa'da bekliyorlardı.
  • 11 Ekim 1922 ; Çarşamba sabahı saat 06,00'da Mudanya Ateşkes Antlaşması (ya da bizim tarih kitaplarımızdaki tabiriyle 'Mütarekesi') imzalandı. Ancak Yunanlılar o esnada imzalamadı. 
Mudanya Mütarekesi; Trakya'yı ana vatana geri verdiği için şüphesiz çok önemli bir anlaşma idi. Ancak asıl önemi Kurtuluş Savaşı sonrası TBMM varlığının İngiltere ve İtalya tarafından ilk kez onaylandığı bir siyasi zafer elde edildi. Fransa ile daha önce Ankara Anlaşması yapılmıştı.
  • 15 Ekim 1922 ; Yunan Hükümeti'nin de imzalamasıyla Mudanya Mütarekesi yürürlüğe girdi. Yunan askerleri Trakya'yı boşaltmaya başladılar.
  • 16 Ekim 1922 ; Mustafa Kemal , Bursa'ya gitti.
  • 17 Ekim 1922 ; Sadrazam Tevfik Paşa, Mustafa Kemal'e telgraf çekerek elde edilen zaferin Ankara ile İstanbul arasında ikiliği de kaldırdığını ve barış görüşmeleri hakkında konuşmak üzere İstanbul'a yetkili bir kişinin gelmesini ya da birinin Ankara gitmesini istedi. Ne kadar güzel değil mi? Hakkında önce yakalama ve sonra da idam kararı verdikleri, vatan haini ilan ettikleri Mustafa Kemal'e hiç bir şey olmamış gibi ortak hareket etmeyi teklif ediyorlardı. Sonuçta red cevabı aldılar. 
  • 18 Ekim 1922 ; İSTANBUL'UN KURTULUŞU!.. Türk Jandarmaları saat üçte ilk kez İstanbul'a geldiler. İstanbul'un esareti sona erdi. 29 Mayıs 1453 tarihinde fethedilen İstanbul,16 Mart 1920 sabahı saat 10.00'da işgal edilmişti.Üç seneye yakın bir süreden bu yana işgal altında olan İstanbul, Kuva-i Milliye tarafından, İstanbul geri alınmıştı!.
    Refet (Bele) Paşa
  • 19 Ekim 1922 ; General Refet Bele yönetimindeki Türk birlikleri İstanbul'da coşkuyla karşılandı. Londra'da ise Lloyd George kabinesi düştü. ( Lloyd, cannot be reach at the moment, please try again later.)
  • 23 Ekim 1922 ; İngiltere'de Bonar Law kabinesi kuruldu. Lord Curzon of Kedleston dışişleri bakanı oldu... İngiliz işgali esnasında, Amerikalı yazar, Ernest Hemingway İstanbul'da savaş muhabiri olarak bulunuyordu. Aynı tarihte “The Toronto Daily Star” gazetesine çıkan yazısında; yakından izlediği işgal altındaki İstanbul sokaklarını, gazeteci kimliğiyle anlatırken, Mudanya Mütarekesi’nde yaşanan diplomatik savaşı da ayrıntılı olarak yazacaktı...
Rauf (Orbay) Bey
  • 27 Ekim 1922 ; Bakanlar Kurulu ve Meclis'de komisyonlarda Lozan'a gönderilecek delegelerin kim olacağı konuşuluyordu. Başbakan Rauf Bey, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve Sağlık Bakanı Rıza Nur Bey , barış konferansına gidecek delegeler kurulunun doğal üyeleri gibi görünüyordu. 
Ancak Mustafa Kemal, bu konuda kesin görüşünü ve kararını henüz açıklamamıştı. Mustafa Kemal, Rauf Bey'in başkanlığı altında bulunacak heyetin, bizim için siyasi anlamda ölüm kalım meselesi gibi gördüğü Lozan görüşmelerinde başarılı olacağına güvenemiyordu. 

Onun düşüncelerinden habersiz olan Rauf Bey, kendisine Lozan'da danışman olarak İsmet Paşa'nın verilmesini önerince Mustafa Kemal'den ''İsmet Paşa'dan danışman olarak pek az yararlanılabilir. Başkan olursa kendinden en çok yararlanılabileceğine inanıyorum.'' cevabını alacaktı.

Rauf Bey, iyi ve vatan sever bir devlet adamıydı. Ancak Osmanlı'nın ölüm fermanı olan Mondros Antlaşması'nı imzalayan ekip arasındaydı. O geçmişte yaptığı hatayı düzeltecek bir şans olarak görüyordu Lozan'ı. Ancak Mustafa Kemal, kendisine güvenmediği gibi 'başbakanlığı' da sırf muhalefeti bölmek ve Rauf Bey'i yanına çekmek için ona vermişti. Çünkü kendisi de Mustafa Kemal'e aslında muhalif bir isimdi. 300 vekil olan mecliste muhaliflerin sayısı 120lere yaklaşmıştı...

Rauf Bey yine de delegeler kurulu konusunda başladığı düzenlemeleri yaptı ama Mustafa Kemal onun hazırlıklarını görmezden geldi. Mudanya Konferansı sonrası İsmet Paşa'nın performansını olumlu bulan Mustafa Kemal onun Lozan'da Delegeler Heyeti Başkanı olabilmesi için önce Dışişleri Bakanı olması gerektiğine karar verdi. Bunun için doğrudan Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ile görüşerek kendisinin bakanlıktan çekilmesini ve İsmet Paşa'nın seçilmesi için bizzat yardımcı olmasını rica etti. Sonra planını İsmet Paşa'ya anlatan Mustafa Kemal önce olumsuz yanıt aldı. Sonra İsmet Paşa bu teklifi bir emir sayarak kabul etti. (Bknz. Nutuk)

Ankara'da Dışişleri Vekilliği'ne Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey'in yerine 150 oy ile İsmet Paşa seçildi. Aynı tarihte Birleşik Krallık, Fransa ve İtalya doğu barışının kurulması ve Boğazların idaresi şeklinin belirlenmesi için 13 Kasım'da Lozan'a temsilcilerini göndermeye davet etmek üzere aralarında anlaştıklarını bildirdiler. Ankara'daki TBMM ile birlikte Babıali'yi yani İstanbul Hükümeti'ni de konferansa davet ettiler. Kendilerince amaçları, orada çift başlılık yaratmak, işleri zorlaştırmaktı.
Son Sadrazam A. Tevfik Paşa
  • 29 Ekim 1922 ; Tevfik Paşa , Sadrazam ünvanıyla, Mustafa Kemal'in kendisine gönderdiği red cevabından haberi olmadığını belirttiği telgrafı ile Meslis Başkanlığı'na başvurdu. Üstelik bu telgrafta kazanılan başarının elde edilmesinde hizmet ettiklerinden bahsedecek kadar ileri gidiyordu. Bugünün moda tabiri ile sormak lazım 'bu neyin kafası?' diye...
  • 30 Ekim 1922 ; TBMM'de İstanbul Hükümeti adını ve kimliğini takınan adamların; Vatana İhanet Kanunu'na göre cezalandırılmalarını isteyen önergeler okunuyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmış olduğunu, yeni bir Türkiye Devleti olduğunu, Tekilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince hakimiyet haklarının millete ait bulunduğunu ifade eden bir önerge hazırlandı. Dr Rıza Nur'un yazdığı Rauf Bey'in son haline getirdiği; Saltanatı kaldırmak ve 'Hilafet'e ayrı olarak devam edilmesi amacıyla hazırladığı bu önerge 80 imzayla meclise sunuldu. (Bu önergede Mustafa Kemal'in de imzası vardı.) Ancak kabul edecek yeterli çoğunluk sağlanamadı.
  • 31 Ekim 1922; Meclis toplanmadı. Müdafa-i Hukuk Grubu toplantısı oldu. Bu toplantıda Mustafa Kemal, Osmanlı Saltanatı'nın kaldırılmasının zaruri olduğunu anlattı. 
İtalya'da Benito Mussolini, Kara Gömleklilerin eşliğinde Roma'ya yaptığı yürüyüşten sonra başbakanlığa getirildi. Türk milliyetçilerinin dostu Kont Sforza onun (diktatörlük) yönetimi altında görev yapmayı reddetti.
  • 1 Kasım 1922 ;  Uzun tartışmalardan sonra Mustafa Kemal kürsüye çıktı. ''İslam ve Türk tarihinden örnekler vererek hilafet ve saltanatın ayrılabileceğini ,milli hakimiyet ve saltanat makamının TBMM olabileceğini,tarihi olaylara dayanarak açıkladı. Hülagü'nün Mu'tasım'ı idam ettirerek yer yüzünde halifeliğe son verdiğini 1517'de Mısır'ı alan Yavuz, ünvanı halife olan bir mülteciye önem vermeseydi,hilafet ünvanının günümüze kadar miras kalamayacağını'' anlattı. Sonra komisyon çalışmaları yapıldı ve ardından hızla hazırlanan kanun tasarısı oy birliği ile kabul edildi. TBMM, 16 Mart 1920'den itibaren ve sonsuza dek İstanbul Hükümetini tarihe gömülmüş olarak kabul ettiğini açıkladı. Saltanat kaldırıldı.
    • 4 Kasım 1922 ; Fransa,Büyük Britanya ve İtalya Saltanat'ın kaldırılmasından sonra sadece TBMM Temsilcilerini Lozan'a, 13 Kasım'da başlayacak barış görüşmelerine yeniden davet ettiler.
    • 9 Kasım 1922 ; İsmet Paşa ve heyeti Lozan'a doğru İstanbul'dan meşhur Orient Express / Şark Ekspresi ile Sirkeci'den hareket ettiler.
    • 12 Kasım 1922 ; Türk heyeti akşam 21,00'de Lozan'a geldi. Ancak ilk öğrendikleri konferansın bir hafta için ertelendiği oldu. Gerçi bu ertelemeye dair duyumlar vardı. Ancak Türk heyetine erteleme ile ilgili resmi bir açıklama yapılmamıştı. Bu nedenle erteleme olmamış gibi belirtilen tarihte Lozan'da olmak gerekiyordu. 
    İsmet Paşa, Lozan'a geldiğinde, kendisine erteleme ile ilgili resmi bildiri yapılınca ilk iş olarak; İngiltere,Fransa ve İtalya'ya 'Konferansa davet ettiniz, barış için geldik ancak siz meydanda yoksunuz!..' mealinde bir nota gönderdi.
    R.Poincaré
    • 13 Kasım 1922; İsmet Paşa yanına Münir,Tevfik ve Arif Beyleri alarak Fransa'nın davetini (Poincaré) kabul ederek görüşmeler yapmak üzere Paris'e hareket etti.
    • 14 Kasım 1922 ; İsmet Paşa, Raymond Poincaré 'i Elysee Sarayı'nda ziyaret etti.
    • 15 Kasım 1922 ; Winston Churchill, yapılan genel seçimde yenilgiye uğradı. 
    • 16 Kasım 1922 ; Son Padişah Vahdettin, General Harrington'a gönderdiği telgrafta; bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz himayesi (iltica) ve İstanbul'dan başka bir yere götürülmesi (nakil) talebinde bulundu.
    • 17 Kasım 1922 ; Cuma günü Malaya adlı İngiliz gemisi ile Vahdettin Malta'ya nakledildi. İngiliz belgelerinde bu olay şöyle anlatılacaktı; ''General Sir Charles Harrington, Zatışahane'yi almaya giderek bir İngiliz Savaş gemisine kadar kendisine eşlik etmiş ve Vahdettin,vapurda Akdeniz Filosu Genel Komutanı Amiral Sir De Brook tarafından karşılanmıştır.İngiliz Fevkalade Komiser Vekili Sir Newill Henderson ,Zatışahane'yi gemide ziyaret ederek Kral V.George'a bildirilmek üzere arzularını sormuştur.'' 
    Son Padişah Vahdettin
    • 18 Kasım 1922 ; Refet Paşa, kaçak halife Vahdettin'in yerine düşünülen Abdülmecit Efendi ile halife seçilmeden önce İstanbul'da görüştü. Abdülmecit Efendi, sadece Müslümanların Halifesi ünvanını kullanacak ancak bu ünvana başka bir sıfat ve kelime eklemeyecek; İslam Dünyası'na duyurulmak üzere hazırlayacağı bildiriyi Refet Paşa aracılığıyla önce Ankara'ya bildirecek, Ankara onayladıktan sonra bu onay Refet Paşa vasıtasıyla kendisine iletilecek ve sonrasında Abdülmecid Efendi tarafından yayınlanacaktı.
    • 19 Kasım 1922 ; Mustafa Kemal, Abdülmecit Efendi'ye açık bir telgraf ile TBMM'nin 18 Kasım 1922 tarihli oturumunda Halife seçildiğini bildirdi.
    • 20 Kasım1922; pazartesi günü, öğleden sonra, 16,00 sularında, İsviçre'nin Lozan şehrindeki Mont Benon Gazinosu'nda, İsviçre Konferderasyon Başkanı Robert Haab'ın ''hoşgeldiniz'' konuşması ile  Lozan Barış Konferansı açıldı. 
    • 21 Kasım 1922 ; Lozan Konferansı görüşmeleri için İsviçre Hükümeti, Leman gölü kıyısındaki 13,yüzyıldan kalma Ouchy Şatosu'nu tahsis edilmişti. Dünkü açılışın ardından sabah saat 11,00'de Ouchy Şatosu'nda, Lozan Barış Konferansı'nın ilk resmi oturumu başladı.



    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder

    Popüler Yayınlar