27 Şubat 2017 Pazartesi

15.12.1922 Lozan Konferansı'nda fırtınadan sonraki dinginlik...

Derso ve Kelen'in çizimleriyle Lozan Barış Antlaşması görüşmelerine katılan Türk delege heyeti.








                                       
15 Aralık 1922 Cuma

Çarşamba günü agresif biçimde konuşan ve ortamı çok fazla geren, üstelik sonunda da Türkleri barış istemiyor gibi göstermeye çalışarak, savaş ile tehdit eden Lord Curzon'un konuşmasından sonra dün sabah, İsmet Paşa'nın yaptığı, azınlıklar meselesiyle ilgili samimi konuşması kamuoyunu rahatlatmıştı. Bu etkiyi o günlerde yayınlanan gazetelerin başlıklarında görüyorduk;

''Lozan Konferansı'nda fırtınadan sonraki dinginlik.'' La Suisse
''Lozan'da iyimserlik.'' Le Journal
''İsmet Paşa uzlaşıcı bir tutum takındı.'' Martin

Cuma gününün tamamı Azınlıklar için kurulan alt komisyonların çalışmaları ile geçecekti. Azınlıklar sorunu İngiltere açısından birinci öncelikte değildi. Ancak Musul Sorunu zora girdiğinde ,Türkleri hizaya getirmek için ustalıkla kullanılan yararlı bir araçtı. Ermeni anayurdu konusundaki talebin de bunu bir pazarlık unsuru olarak kullanmaktan öte bir niyeti yoktu.

Alt komisyonlarda konuyu İngiltere adına müzakere edern Ryan'a göre ''bu vitrin süsleme amaçlı mankenden başka bir şey değildi.'' O gün yapılan toplantılarda da Ryan, bahsettiği vitrini süslemek için ısrarla Türklerden Ermeni Yurdu talep edecekti. Türk tarafısı kesin biçimde red edecek, aynı gün İsmet Paşa, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sir William Tyrrell 'a yaptığı ziyarette Ryan'ı ve tavırlarını şikayet edecekti. İngiltere'nin azınlıklar konusunda konferansı kesip kesmeyeceğini sorduğunda,İngiltere'nin barış istediği ve protestolarının yanlış anlaşılmaması gerektiği yanıtını aldı. Müsteşar şöyle devam ediyordu '' Yıllarca o kadar söz vererek kendimizi taahüt altında kaldık. Dolayısıyla sert bir biçimde protesto etmemiz doğaldır.'' ...Amerikalılar ve Ruslar, Ermeni Meselesi için İngiltere'nin yaklaşımının en başından beri farkındaydılar.

İsmet Paşa'nın bugün yaptığı bir diğer özel görüşmede Romen Dışişleri Bakanı ''Boğazlar açık kalsın, Karadeniz Rus gölü olmasın'' talebini yineliyordu. Görüşmenin sonunda İsmet Paşa, ''Sırp-Romen-Yunan '' ittifakının aslında olmadığını anlayacaktı.

Musul konusundaki ısrarımız sürerken İngilizler ekonomik anlamda başka ilişkiler kurmak için hamleler yapıyorlardı. Bu amaçla İsmet Paşa'yı ziyaret eden İngiliz bankerler, ''Türkiye kredi ya da iş yapmak ister mi?'' diye soracaklardı. İsmet Paşa konuyala ilgili Ankara'ya gönderdiği raporda ''Belli bir teklifimiz olacak mı?'' diye soracaktı.



26 Şubat 2017 Pazar

14.12.1922 İsmet Paşa ''Yabancı istilası yüzünden yakılıp yıkılan memleketlerinde çalışan Türk elleri bilhassa temizdir.''





14 Aralık 1922 Perşembe sabahının programına göre önce İsmet Paşa bir daha konuşacaktı. Sonrasında azınlıklar meselesi ile ilgili bir alt komisyon kurulacak ve konu oraya havale edilecekti. Dün Curzon'ın yaptığı aşırı agresif konuşmalar ve suçlamalardan sonra görüşmelerin geleceği ile ilgili kamuoyunda büyük bir kaygı oluşmuştu. Lord Curzon'ın amacı Hristiyan azınlık başlığında dünyayı heyecanlandırıp bir araya getirmek, savaş tehdidi ile Türkiye'ye istediğini kabul ettirmekti.

Her zamanki gibi 11.00'de başlayan sabah oturumunda İsmet Paşa dünkü Lord Curzon beyanatlarına tek tek cevap vermeye başladı; Öncelikle Lord Curzon’un kullandığı üslubun kendisini üzdüğünü ifade etti. Türkiye’deki Ermenilerin bütün kitaplarda (Lord Curzon'ın iddia ettiği gibi üç milyon değil) 1.290.000–1.500.000 arasında gösterildiğini ve Kilikya’yı terk eden Ermenilerin, oradaki isyancı Ermeni komiteler tarafından zorla çıkarıldıklarını ağlayarak anlattıklarını dile getirdi. 

Lord Curzon’un “Türkiye kadar büyük bir memlekette Ermenilere bir köşe bulunamaz mı?” şeklindeki sorusuna İsmet PaşaMemleketleri Türkiye’den çok büyük devletler vardır, hem de bizden yeni ayrılan yerlerde çok geniş yerler vardır. Türk’e kalan ülke, hiç parçalanma kabul etmez bir bütündür. Doğu illerinde ve Kilikya’da Türk halkı yurtlarını yabancı istilasına karşı, hesapsız fedakârlıklarla savunmuşlardır. Yerlerini hiç kimseye vermezler” şeklindeki  cevaplandırdı.

'' Burada bir yanlış anlama var. Türkiye'nin de Milletler Cemiyeti'nden korktuğu ileri sürülemez! Yabancı istilası yüzünden yakılıp yıkılan memleketlerinde çalışan Türk elleri bilhassa temizdir. Bu eller hiçbir memlekete ne tecavüz, ne onu istila, ne de tahrip etmemişlerdir. '' diye ekledi. Sıra görüşmelerin kesilmesi tehdidi ve suçu Türklere atma ile ilgili Curzon yorumlarına cevap vermeye gelmişti; Eğer konferans kesilirse burada bahsettiği gerçekler kamuoyu tarafından öğrenildiğinde bunun suçlusunun Türkler olmadığının anlaşılacağını çok sert biçimde vurguladı.

İsmet Paşa'nın şiddetle karşı çıkması ve kararlı tutum karşısında Lord Curzon yumuşamış ve bunu diğer devletlerin temsilcileri takip etmişti. İsmet Paşa’nın yapmış olduğu açıklamalardan tatmin olduklarını beyan eden İtilâf Devletleri temsilcileri konunun alt komisyona gönderilmesini kabul ettiler.

İsmet Paşa, konuyu Ankara'ya raporlarken ''azınlıklar işinin alevlendirilmesinin Musul konusundaki isteklerimize bir karşılık sayılabilir.'' diyordu. Kendisine oynanan oyunun farkındaydı. Bu tahmini gün içinde doğru çıkacaktı. Çünkü gün içerisinde Lord Curzon'dan aldığı özel mektupta İngilizler Musul'u geri vermeyeceklerini tekrar ediyorlardı...


Ermeni Meselesi'nin Geçmişini Hatırlayalım :

Türkiye’de Ermenilere etnik ayrımcılık yapıldığına dair iddialara göre; ''Ermenilerin malları canları eşleri ve çocukları tehlikededir. Özellikle Abdülhamit zamanından beri Ermeniler korkunç şekilde katledilmektedir.''

Oysa ki gerçekler şöyledir;  Ermeniler 1887’de Cenevre’de Hınçak Cemiyeti'ni, 1890’da da Tiflis’de Taşnak Cemiyeti'ni kurmuşlar ve silahlı çeteler oluşturmak suretiyle Anadolu’daki Müslüman halkın kanını dökmeye başlamışlardı. Bu sayede Ermeniler, büyük devletlerin Ermeniler yanında yer almasını sağlayacaklarını, Osmanlı’ya savaş ilan edeceklerini ve böylece Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurabileceklerini umuyorlardı.

20 Haziran 1890’da Erzurum’da Ermeni İsyanının çıkması üzerine de Ermeni silahlı çetelerine karşı dönemin Osmanlı Padişahı Abdülhamit, Hamidiye Alaylarını kurdu.

Abdülhamit döneminde, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde devlet kurma maksadıyla Ermeniler tarafından oluşturulan silahlı çetelerle mücadele edilmiş, sade vatandaşlara dokunulmamıştır. Bu açıdan Abdülhamit döneminden bu yana Ermenilerin katledildiği iddialarına katılmak mümkün değildir.

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı sonunda, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalamak zorunda kaldığı Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hemen akabinde de toprakları İtilaf güçleri tarafından işgal edilmeye başlanmıştır.

Bunun yanı sıra Osmanlı’nın tebaası olan azınlıklar, özellikle Ermeniler Anadolu’da bağımsız devletlerini kurmak için harekete geçmişlerdir. İtilaf güçleri ve onlardan destek alan Ermeniler, bu ideallerini gerçekleştirmek için 1915 tarihinde gerçekleşen ''Tehcir''i, bir  ''Ermeni Soykırımı'' olarak nitelendirerek, basını da kullanmak suretiyle Anadolu’nun asıl sahipleri olduklarını, Türklerin vahşi, acımasız ve ahlaksız oldukları ve Anadolu’dan kovulmaları gerektiği propagandasını yapmaya başlamışlardır. Hatta 1919-1922 yılları arasında gerçekleşen Türk Milli Mücadelesi dahi, Ermenilerce ''soykırım'' olarak tanımlanmıştır.

Ermenilerin bu propagandası, American Committee for Armenian and Syrian Relief (Suriyelilere ve Ermenilere Amerikan Yardım Cemiyeti) desteği ile de sistemli bir hale gelmiştir. 1922 yılı başlarından itibaren Amerikan basınında bu kuruluşun ve Ermeni misyoner ve politikacıların etkisi ile Amerika’nın Türkiye’nin mandaterliğini üstlenerek, Ermenilere Amerika’nın denetiminde bir yurt sağlama fikri işlenmeye başlanmıştır. Ancak Amerikan yönetiminin bu fikre sıcak bakmaması nedeniyle 1922 Nisan’ı itibari ile hükümet üzerinde baskı kurarak mandaterliğin kabul edilmesini sağlamak amacıyla basındaki Ermeni propagandası yoğunlaştırılmıştır. Amerikan hükümetinin basının baskısına rağmen konuyla ilgili kesin bir tutum benimsememesi ise eleştirilmiştir.

Kasım 1922’de Lozan Barış Konferansı’nın toplanacak olması nedeniyle basın yoluyla gerçekleştirilen Ermeni propagandasına hız verilmiştir. Bu dönemde basın, her ne kadar gözlemci sıfatı ile konferansta yer alsa da, konferansın en güçlü devletinin Amerika olduğu kanaatindedir. Ayrıca Türkiye’nin de konferanstaki yalnızlığından kurtulmak için Amerika’ya yakınlaşmaya çalıştığı gibi düşüncelerle Amerikan hükümetinin Türkiye’de Ermeni yurdu sağlayabileceğine inanılmaktadır. Basın, bu dönemde Ermeni tehcirini gerçekleştiren Türklerin insanlık suçu işlediği, Avrupa’nın ise defalarca yurt vaadinde bulunmasına rağmen Ermenileri kendi kaderlerine terk etmiş oldukları fikirlerini işleyerek, kamuoyu vicdanını etkilemeye çalışmıştır. Bu yolla Ermeni yurdu talebinin Amerikan delegeleri tarafından dile getirilmesini sağlamak istemişler ve bu amaçlarını gerçekleştirmişlerdir. Basının arzu ettiği gibi Amerikan delegelerince Lozan’da Ermeniler için Türkiye’den yurt talep edilmiş ve bu gelişme kamuoyunu sevindirmiştir. Ancak Amerikan hükümetinin ve delegelerinin iç basına yönelik söylevleri ile konferanstaki tutumlarının farklı olması basını kızdırmıştır. Bununla birlikte, Amerikan delegeleri Ermeni yurdu sağlama konusunda konferans esnasında ellerinden geleni yapmışlardır.

Ancak Türk delegeleri, Anadolu’da bir Ermeni yurduna asla izin vermeyeceklerini ortaya koymuşlardır. Ayrıca Amerikan hükümeti tarafından, Türkiye üzerindeki ekonomik çıkarları, Ermeni yurdu meselesinden daha ön planda tutulmuştur. Bu nedenlerle Ermeni istekleri sonuçsuz kalmıştır. Nitekim Lozan Barış Konferansı’nda Ermenilere yurt sağlanamaması basının hükümete olan tepkisini artırmış, Amerikan hükümeti aleyhinde sert yazılar kaleme alınmıştır. Sonuç olarak, Ermenilerin basın yoluyla yaptıkları propaganda, Amerika’nın Lozan Konferansı esnasında Ermenilerin istekleri doğrultusunda bir politika izlemesini sağlamış ise de sonuçsuz kalmıştır. Bununla birlikte yapılan propaganda, Amerikan kamuoyunda olumsuz Türk imajının oluşmasında önemli bir rol oynamıştır







25 Şubat 2017 Cumartesi

13.12.1922 Lord Curzon ''Bu koskoca memlekette Ermeniler için bir parça yer yok mu?...Biz Milletler Cemiyeti'nin müdehalesinden korkmuyoruz. Çünkü bizim ellerimiz temizdir!..''





İsmet İnönü
13 Aralık 1922 Çarşamba sabahı ''Azınlıklar'' konusu ile ilgili komisyon toplantısı ile başlıyordu. İsmet Paşa, dün yapılan konuşmalardaki görüşleri incelemişti ve bunlara cevap vermek için kürsüdeydi :

''Sekiz senedir Türkiye'de yalnız şu ve bu azınlık değil,bütün halk acı çekmiştir...Türk milleti, azınlıklara uygar dünyanın kabul ettiği hakları tanır. Fakat kendi istiklalini, sınırlayacak hiçbir yeni öneri kabul edemez. Azınlıkları kurtarmanın en iyi yolu, onları dışarıdan lekeleyecek ilişkilerle tahrik etmemek, bu ilişkilerden korumaktır. Bunlar dıştan gelecek bir şefkate dayanmamalıdırlar. O zaman hepsi barıştan sonra Türk vatandaşları ile bir arada yaşarlar.

Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler Türk vatandaşlarıyla kardeşçe yaşabilirler. Ancak Türk toprakları herhangi bir Ermeni yurdu için parçalanamaz. Ne Doğu illerinde, ne Kilikya’da, anavatandan ayrılması mümkün değildir. Zaten Türkiye, bu gün mevcut Ermeni Cumhuriyeti ile antlaşmalar yapmışlardır. Başka bir Ermenistan’ın vücut bulabileceğini Türkiye hayalinden bile geçirmez. 

Azınlıkların gidip gelmeleri ve malları meselesi ise, Türk kanunlarının çözeceği bir iştir. Azınlıklar için kontrol veya temsilci gönderilmesi Türkiye’nin iç işlerine müdahale oluşturacağı için asla kabul edilemez. Azınlıkların koruyuculuğunu Türk bütünlüğüne ve istiklaline zarar verici bir bahane olarak kullandırtamayız!..''


Lord Curzon
Lord Curzon bu konuşma sonrasında ''Madem kimse söz almıyor, o halde İsmet Paşa'ya ben cevap vereyim.'' dedi ve agresif bir biçimde konuşmasına başladı.Uzun uzun azınlıkların hakkını savunmaları gerektiğini anlattıktan sonra Ermenistan'daki bir baronun avukatı gibi Ermenileri savunmaya ve Türkiye'yi suçlamaya başladı. 

''İsmet Paşa, Ermenilerin eskiden Türk idaresinden memnun olduklarını,iki millet arasında daima kardeşlik duygularının bulunduğunu, Ermenilerin son zamanlarda uğradıkları felaketlerin sebebinin yine kendileri,kendi delice hareketleri ve dışarının tahrikleri olduğunu söylüyor. Sorarım bu iddia doğru mudur? Üç milyon Ermeni'den 130,000 kişi kaldı!.Diğerleri nerede? Klikya boşaltıldığı zaman 300,000 Ermeni niçin kaçtı? Niçin yüz binlerce Ermeni, dünyanın her yanınan dağıldı? ...''

İsmet Paşa'nın konuşmasında ''Rumlar ve Yunan Ordusu'' hakkında yaptığı ''Yunanlıların Anadolu'da 27 şehir, 1400 köy ve 98,000 ev yakmışlardır.'' açıklama da Curzon'ın çok zoruna gitmiş olmalı ki, ''Sürekli bunlarla ilgili suçlamalar işitiyoruz. Ancak şunu da söyleyelim ki bu toplantının amacı, bu ve karşı suçlamaları dinlemek değildir.'' deme gereği duyuyordu.

Sonra yine Ermeni meselesine tekrar dönüp '' Bu koskoca memlekette Ermeniler için bir parça yer yok mu?'' diye sordu. ''Türkiye neden Milletler Cemiyeti'ne girmiyor? '' diye de sorarak Türkiye'nin de buraya üye olmasını istediklerini, davetlerini tekrarladıklarını söyledi. Ama diğer yandan İsmet Paşa'nın hiçbir temsilci ya da cemiyetin Türkiye'nin iç işlerine karışmasına izin vermeyeceğine dair sözlerine de kaba bir biçimde yorum yaptı: '' Fransa ve İngiltere'nin tebaası altında milyonlarca azınlık var. Biz Milletler Cemiyeti'nin müdahalesinden korkmuyoruz. Çünkü bizim ellerimiz temizdir!..'

Lord Curzon, konuşmasının finalinde yine agresifleşerek, Türk heyetinin anlama güçlüğü çektiğini, azınlıklar konusunun tüm dünyayı ilgilendirdiğini, burada çözüm bulunmaz ve görüşmeler kesilirse sorumlusunun Türkler olacağını vurgulayıp tehdit etmeyi unutmadı... ( Hep tehdit, hep suçu bize atma gayreti)

'' Bu sabah çok ciddi bir dil kullandım. Çünkü Türkiye heyeti birçok meselelerde olduğu gibi bu işte de konferansın içinde bulunduğu durumu güç anlıyor gibi görünüyor.Bu konferansın amacı var. Müttefikler, bu amaca götüren yol üzerindeki engelleri yıkmaya çalışıyorlar. Türk heyeti, engelleri korumaya çalışıyor. Bu sonuna kadar böyle devam edemez. Avrupa’nın yapacağı başka işler vardır. Azınlıklar işi herhangi bir işten çok dünyanın gözünü çekiyor. Konferans hakkında, bu konuyu halledişine göre hüküm verilecektir. 

Türkler makul olmayan bir tavır alır, bundan dolayı konferans kesilir ise, bütün dünyada Türk heyeti lehine söylenecek tek bir söz var mı? Bilmiyorum. Ankara’da belki, ama başka yerde asla bir dayanak bulamayacaktır.''

Dedi ve konuşmasını bitirirken İsmet Paşa'ya dönüp ; ''Dostluk ve hürmet hisleriyle duygulanmış olarak fikrimi açıkça söyledim. Bu sözleri incelemenizi rica ederim. Bu konuda düşündüğünüzü şimdi mi? öğleden sonra mı söylersiniz?'' diye sordu. ''Sonra cevap veririm.'' cevabını aldı. Sinirler çok gerilmişti. Konferansın kesileceğine dair ihtimaller güçleniyordu.

Öğleden sonra alt komisyonlarda; kapitülasyonlardaki adli sistem,maliye ve gümrük konularında görüşmeler yapıldı. Yarın devam edecek Azınlıklar meselesiyle ilgili olarak öğleden sonra üç Amerikan temsilci heyeti; Richard W. Child, Joseph Grew ve Amiral Mark Lambert Bristol İsmet Paşa'yı özel olarak ziyaret etti. Sözü göçmenlerden açtılar, Ermeni yurdu meselesine geçmeye kalkınca İsmet Paşa'dan red cevabı aldılar. Paşa, konu ile Ankara'ya gönderdiği telgrafta ''Pek ısrarlı görünmediler.'' diyecekti.


24 Şubat 2017 Cuma

12.12.1922 Lozan'da Azınlıklar Meselesi ilk kez görüşülüyor


Görüşmelerin yapıldığı Uşi Şatosu'nda Lozan Konferansı anısına yer alan 
kitabe...


İsmet Paşa
12 Aralık 1922 Salı sabahı

İsmet Paşa, uyandığında Lord Curzon'un dün gece yarısı gönderdiği tebliğ ile bugün Ana Komisyon'da Azınlıklar meselesinin görüşüleceğini  öğrendi. Kendisine bu haberi vermeyen genel sekreterine, çok kızmış, ''millet işi önünde, şahsının düşünülmüş olması mazeretine'' daha da sinirlenmişti. Ancak sinirlenmek bir şeyi değiştirmiyordu...Hızlı bir biçimde, bu konu ile ilgili olarak Türk heyetinin daha önce hazırladığı raporu istedi. Bu rapor, konunun tarihçesini de anlatan, detaylı bir metindi.

Komisyon başkanı olan İngiliz baş delegesi Lord Curzon açılış konusmasına ''Türkiye'deki azınlıklar meselesiyle tüm dünya ilgilidir.'' diye başladı. Müttefiklerin Türkiye'ye saldırmalarının nedenlerinden birinin de ''Anadolu'daki Hristiyan azınlıkları himaye etmek ve mümkünse kurtarmaktı.'' diyerek devam etti. Curzon'a göre himaye görmesi gereken azınlıklar ; Rumlar, Yahudiler, Asuriler, Keldaniler  ve Nasturiler'di. Lord Curzon, özellikle Ermeniler ile ilgili vurgular yapıyor meseleye yine bir ''Haçlı'' ruhu katmaya çalışıyordu.

 Lord Curzon
Konuşmasının sonunda azınlıklar için üç ana istekte bulundu ;
  1. Geniş bir genel af
  2. Askerlikten para karşılığında kurtulma
  3. Seyahat Özgürlüğü
Ardından da Milletler Cemiyeti'nin sürekli kontrolünü ve bu kontrolü uygulaması için Türkiye'de temsilci bulundurması gerektiğini ekledi. Curzon, kapitülasyonları tamamen kaldırmaya çalışan Türkiye'den azınlıklar için yeni ayrıcalıklar istiyordu...

Ardından söz alan Fransız baş delege Barrere ve İtalyan baş delege Garroni de ''şıracının şahidi bozacı'' konseptine uygun biçimde Curzon'ı desteklediklerini içeren konuşmalar yaptılar.

Müttefiklerin konuşmalarından sonra söz sırası İsmet Paşa'daydı...Türk heyeti tarafından bu meseleyi anlatmak için daha önceden hazırlanmış olan; Fransız, İngiliz ve Amerikan tarih, ansiklopedi ve resmi yayınlarından yapılan alıntıların desteklediği raporunu okuması üç saat sürecekti. Böylece kendisine çok geç haber verilmesinin intikamını almış oluyordu.

Türk tezi aslında gayet basitti: Türkiye, Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan uluslararası antlaşmalar ve azınlıklar konusundaki Milletler Cemiyeti kararlarınca belirlenen kurallara uymayı kabul ediyordu. Ermenilere bir anayurt sağlamak,Türkiye'nin parçalanmasına neden olacağı ve bağımsızlık ve egemenlik ile çelişeceği için söz konusu değildi. Gelecekte azınlıkları ve haklarını koruyup gözetecek bağımsız bir kurum ya da örgüt de kesinlikle reddediliyordu. İsmet Paşa,uzun konuşmasının sonunda müttefiklerin isteklerine cevaben şu üç maddeyi sıraladı;   
  1. Azınlıklara yapılan dış tahrikler kesilmelidir.
  2. Bu tahriğin kesilmesi için Türk ve Rum ahalinin mübadelesi yapılmalıdır.
  3. Diğer azınlıklar hakkında Türk liberal siyasetinin verdiği teminat ile yetinilmelidir.
İsmet Paşa'nın Fatih Sultan Mehmet devrinden itibaren azınlıkların tarihini anlatan uzun konuşması için Lord Curzon '' Delegeler, şu ana kadar İsmet Paşa'yı başarılı olmuş mutlu bir general ve güçlü bir diplomat olarak tanıyorlardı. Bugün kendilerine bir tarih profesörü olduğunu da ispat etti. '' yorumunu yaptıktan sonra sırasıyla ; Yunan baş delegesi Eleftherios Venizelos, Amerikan delegesi Richard W. Child, Sırp delegesi Momtchilo Nintchitch söz aldı. Hepsi özetle  Lord Curzon'u destekleyen konuşmalar yaptılar. 
Mr Child

Amerikan delegesi Child konuşmasında Ermenilere ulusal bir yurt verilmesini savundu. Child’e göre Ermenilere yurt vaadi Sevr Antlaşması, İngiltere Dışişleri Bakanının 11 Mart 1920 tarihli konuşması, İngiltere Başbakanının Avam Kamarasında 29 Nisan 1920 tarihli konuşması, Fransa Cumhurbaşkanı Poincare’nin Kilikya Ermeni Başpiskoposuna 16 Şubat 1919 tarihli mektubu, Müttefik Yüksek Konseyinin 9 Mart 1921 tarihli kararı, Milletler Cemiyeti’nin 22 Eylül 1922 tarihli kararları ile verilmişti...

Tarih literatürüne ''Büyük Güçler'' ya da Osmanlı’daki deyimiyle ''Düvel-i Muazzama'' olarak geçen bu ülkeler ve yancıları Türkiye'ye karşı Azınlıklar meselesinde de birlik olmuşlardı.

Tartışmalar sonrasında, görüşmelere yarın devam edileceği kararı verildi...



Mustafa Kemal, İsmet Paşa'nın dün gönderdiği telgrafa özetle şöyle cevap verdi. '' Sağlığım çok iyi.Meclis işlerine dikkat ve güç harcıyorum.Tüm raporlarınızı okuyorum...Tüm sorunların son aşamasını gösteren bir tablo yapmanızı istiyorum. Görüşmelerde nerede durmak gerekeceğine parlak zekanız ve yanılmayan değerlendirmeniz kestirebilir...Sevgiyle gözlerinizden öperim sevgili kardeşim.'' 








23 Şubat 2017 Perşembe

11.12.1922 Ankara ile telgraf trafiği ve İngilizlerin gece yarısı süpriz hamlesi



11 Aralık 1922 Pazartesi günü alt komisyonların çalışmaları ile geçecekti. Delegeler ise merkezleri ile yoğun bir telgraf trafiği içerisinde bilgi ve fikir alışverişi içerisindeydiler.

Gazi Mustafa Kemal ve Rauf Bey

Başbakan Rauf Bey, Ruslar Ankara'ya Boğazlarla ilgili bir nota verdiğini bildiriyordu. Ruslar, Ankara elçileri Aralov aracılığıyla ilettikleri raporda '' Boğazlar bütün yabancı savaş gemilerine kapalı olmalı. Lozan'daki Türk heyeti ise bu görüşten ayrılmak eğilimindedir. Rus hükümeti bu noktaya Türk Hükümeti'nin dikkatini çekmeyi görev bilir. Bunu 1921 Türk-Rus Antlaşması'nın çiğnenmesi sayar, Lozan'da Türk ve Rus heyetleri hareket etselerdi daha iyi sonuç alınırdı.'' diyorlardı. İsmet Paşa dün boğazlarla ilgili olarak Türk Hükümeti'nin görüşünü sormuştu ama bu sorusuna cevap gelmemişti.

İsmet Paşa, Mustafa Kemal'e bir telgraf gönderdi. Raporunda; hal ve hatırını sorduktan sonra konferansın gidişi ile bilgi veriyordu. Boğazlar meselesiyle ilgili olarak İngilizlerin başını çektiği müttefik devletler ve karşı taraflarındaki Rusya'nın arasında kalmış olmaktan,her iki tarafın da kendi görüşünü dayatmaya çalışmasından rahatsız olduğunu anlatıyordu. Bu gerginliğin konferansın kesilmesine neden olmayacağına inandığını söyledikten sonra ''Musul işi ağırdır'' diyor, yaptıkları işin olağanüstü olsa da bu görevi yapma gayretlerinin kendilerine kuvvet kaynağı olduğunu belirterek sözlerini tamamlıyordu. Mustafa Kemal, konferansa dair görüş ve önerilerini bekleyen , İsmet Paşa'nın telgrafına yarın cevap verecekti.

          Nevile Henderson

Yine bugün İngiltere'nin İstanbul'da bulunan Yüksek Komiser Vekili Neville Henderson ise Lord Curzon'a gönderdiği telgrafta 2 Aralık 1922'de üç miletvekili'nin TBMM'de verdiği Seçim Kanunu değişiklik teklifi hakkında bilgi veriyordu ; ''Eğer kanun kabul edilseydi Mustafa Kemal, milletvekili seçilemeyecekti. Hedef alınan Mustafa Kemal, gitgide büyüyen muhalefetle uğraşmak zorunda kalıyor. Saltanatın kaldırılması muhalefeti güçlendirmiştir. Meclisteki muhalefet, Mustafa Kemal'in önünde Halife-Padişahtan daha büyük engeldir.'' 
Daha çok bilgi almak isterseniz Bilal N Şimşir'in İngiliz Belgelerinde Atatürk isimli eserine bakabilirsiniz.

Lozan'da görüşülecek gündemi konferans başkanları belirliyordu.Genelde gündem kararlaştırıldıktan sonra, toplantıdan bir gün önce de ilgili heyet delegelerine tebliğ ediliyordu. Böylece ilgili heyetler o günü ertesi gün yapılacak görüşmeye hazırlık yaparak değerlendiriyorlardı. Lord Curzon bu kuralda bir değişiklik yaptı ve yarın yapılacak görüşmenin konusunu gece yarısı Türk heyetine tebliğ ettirdi.

Türk heyeti gün içi oturumları takip ediyor, akşamları diğer heyetlerle özel görüşmeler yapıyor,sonra otele geçip bugün hakkında Ankara'ya rapor veriyor, Ankara'dan gelen telgrafları cevaplıyor ve ertesi güne hazırlanıyordu. Bu ritüel genelde sabahın ilk ışıklarına dek sürüyordu.Ancak bu işler bittikten sonra uyumak için biraz zaman kalıyordu. İsmet Paşa, günlerdir sabaha kadar çalışıp yorgun düştüğü ve ertesi gün de komisyon toplantısı yapılacağına dair gün içinde tebliğ yapılmadığı için erken yatmıştı. Lord Curzon'ın gece yarısı gönderdiği tebliği alan Genel Sekreter Reşit Saffet Bey (Atabinen), ''kıyamamış'' ve bu bilgiyi vermek için İsmet Paşa'yı uyandırmamıştı.

Oysa Lozan'da İsmet Paşa, Ankara'da Mustafa Kemal, gecenin hangi saati olursa olsun önemli durumlarda kendilerinin uyandırılarak haber verilmesini kesin olarak emretmişlerdi. Yarın, ana komisyonda ''Azınlıklar'' meselesi görüşülecekti ve İsmet Paşa bundan haberdar edilmediği için uyuyordu.






22 Şubat 2017 Çarşamba

10.12.1922 Gündem;İngilizlerin parasını alıp Osmanlı'ya teslim etmediği savaş gemileri ile Türk-Seferad Kardeşlik Derneği'nin Türk delege heyetine verdiği davet.

İngilizler, Reşadiye isimli savaş gemisini parasının tamamını aldığı halde el koyup Osmanlı Devleti'ne teslim etmediği gibi utanmadan (adını HMS Erin diye değiştirerek) kendi donanmasına dahil etti...






10 Aralık 1922 Pazar günü Lozan'daki dördüncü pazar idi. Heyetimiz buraya geleli bir ay olmuştu. Diğer pazar günlerinde olduğu gibi bugün de resmi toplantılar yoktu. İsmet Paşa bugün Lord Curzon ve Çiçerin ile özel görüşmeler yapacak, akşam da Cenevre'deki Türk Yahudileri'nin heyetimiz onuruna düzenleyeceği ziyafete katılacaktı.

Lord Curzon, görüşmede Noel sırasında Konferansa iki-üç hafta ara vermeyi düşündüğünü söyledi. İsmet Paşa ise aralıksız çalışıp,antlaşmayı imzalamaktan yana olduğunu söyledi. Bu görüşmede İsmet Paşa, ''Reşadiye'' ve ''Sultan Osman I'' gemilerinin Türkiye'ye verilmesini istedi.


Winston Churchill
Bu gemiler birinci dünya savaşı öncesi İngilizlere sipariş edilmiş ve parası ödenmişti. Osmanlı donanmasının güçlenmesi Karadeniz'de Ruslara karşı üstünlük kurmasını sağlayacaktı. İngiltere ise Ruslarla Almanya'ya karşı müttefik olmayı planladığı için Osmanlı donanmasının güçlenmesinden yana değildi. Önce gemilerin inşasını geciktirdiler. Rauf Bey'in de içinde olduğu Osmanlı heyeti gemileri teslim almak için Londra'ya gittiğinde, gemilerin son taksidini de ödediği halde teslim etmekten vazgeçip gemilere el koyup teslim etmediler.O dönem Osmanlı'ya bu kazığı atan, gemilere el konulduğunu bizzat açıklayan  W. Churchill'di. Osmanlı hukuki olarak hakkını aramaya çalışsa da sonuç alamadı. Ardından Osmanlı, Almanların yanında Dünya Savaşı'na dahil olup; İngilizleri ve müttefiklerini Gelibolu'da -Çanakkale Geçilmez!..- yenince W.Churchill Savaş Bakanlığı koltuğunu kaybedecekti. Reşadiye ve Sultan Osman I isimli gemilerin akıbeti,yapılan ödeme detayları ve konunun diğer ayrıntıları için linki tıklayabilirsiniz.

10 Aralık 1992 pazar günü, İsmet Paşa ve Lord Curzon  asrasında daha sonra Musul ile ilgili sonuç alınamayan bir tartışma daha yapıldı...


İsmet İnönü
İsmet Paşa'nın Çiçerin ile yaptığı görüşme Boğazlar ve Barış ile ilgiliyi. Ruslar boğazlardan savaş gemileri geçmemesi şeklinde kararlarını desteklemesi ve kendi görüşünü bu yönde değiştirmesi için İsmet Paşa'yı etkilemeye çalışıyorlardı. Aynı gün Paşa, Ankara'ya gönderdiği telgrafta '' Savaşta donanmanın Boğazlardan geçişi hakkında Hükümetin görüşü nedir? '' diye tekrar sorma ihtiyacı hissedecekti.

İsmet Paşa ve Lozan Konferansı'ndaki Türk delegasyonu üyeleri akşam, Bergues Oteli'nde, Cenevre'deki Türk Seferadi Kardeşlik Derneği'ne misafir oldular. Bu derneğin kurucuları, 1492'de Portekiz'den ve 1506'da da İspanya'dan kovulan ardından da Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı'ya sığınan Yahudilerin o dönemde İsviçre'de yaşayan kuşağıydı. Davette Cenevre makamlarının yanı sıra Atatürk'ü antropoloji alanında Türk ırkı ile ilgili yaptığı çalışmalarla en çok etkileyen bilim adamı Prof Eugene Pittard ve Türk dostu Fransız gazeteci-yazar Madam Noëlle Roger de vardı. Pek çok konuşmanın yapıldığı davette İsmet Paşa'nın Türkiye'nin Lozan'da barışı isteyen ve anlaşmadan yana olduğunu vurguladığı konuşması büyük alkış almış, ertesi gün İsviçre basınında da geniş yer bulmuştu...

İsmet Paşa, basınla temas ettiği her anı ''Misak-ı Milli'nin önemini,Türklerin barıştan yana olduğunu,Avrupa'nın karşısında savaş kaybetmiş değil kendi ülkesine saldıran müttefikleri yenmiş bir ülkenin temsilcisi olarak eşit şartlarda burada bulunduğunu'' anlatmak için iyi bir propaganda fırsatı olarak görüyordu. Kamuoyu da onu ilgiyle takip ediyordu.




21 Şubat 2017 Salı

09.12.1922; Irak'da İngiliz desteğiye Kürdistan Krallığı kuruldu, Ermeniler İsmet Paşa ile görüşüp toprak istedi...

Lozan'daki Türk Heyeti


9 Aralık 1922 Cumartesi günü yine alt komisyonların görüşmeleri ile geçecekti. Örneğin Yunanlıların Anadolu'dan kaçarken alıp götürdükleri sivillerin sayısı netleştirilmeye çalışılıyor, Osmanlı Borçları'nın paylaştırılması ile ilgili detaylar görüşülüyordu. Rauf Bey borç ödemesiyle ilgili ''Türk parasıyla ödenmesi en önemli konudur.'' şeklinde dün gönderdiği telgrafta, İsmet Paşa'ya Ankara'nın hassasiyetini bildiriyordu.

Bugünün iki önemli olayı ise Kuzey Irak'da kurulan Kürt Devleti ve Ermenilerin gelip görüştükleri İsmet Paşa'dan kendileri için toprak istemesiydi.

Gelelim Kürt devleti kurulması meselesine; İlk olarak 1908'de Osmanlı'ya isyan eden Kürt Berzenci ailesi burada bir Krallık kurmak istiyordu.Bu isyan o dönem Osmanlı tarafından bastırıldı.Fakat Şeyh Mahmut Berzenci yönetimindeki Kürt aşiretleri, I. Dünya Savaşı dönemi oluşan otorite boşluğundan faydalanıp,İngilizlerin de desteği ile 1918'de bu emellerinde başarılı oldular ve burada bir Kürt Krallığı ilan ettiler.Ancak İngilizlerle karşılıklı yaşadıkları problemler sonucu İran ve Irak'daki Kürt aşiretlerinin de desteği ile 23 Mayıs 1919'da bu sefer İngilizlere karşı isyan başlatılar. İngilizler bu isyanı bastırdı ve elebaşı Şeyh Mahmut Berzenci'yi tutukladı. Kısa bir süre sonra Lozan'da başlayan Barış Konferansı'ndaki Musul görüşmelerinde Türkiye'nin bölgede Türk nüfus çoğunlukta tezini sabote etmek isteyen İngilizler, Şeyh Mahmut Berzenci'yi serbest bırakıp yeniden Kürt Krallığı kurmasına izin verdiler. Başbakan Rauf Bey de İsmet Paşa'yı ''İngilizler,Şeyh Mahmut'u Kürdistan Hükümeti başkanı ilan ettiler. Şeyh Mahmut ise Türkiye'ye sadık olduğunu bildiriyor.'' şeklinde haberdar edecekti. Yaşananlar İngiliz siyasetinin omurgasızlığını göstermesi açısından önemlidir.

Gabriel Noradunkyan
Günün diğer olayı Ermenilerle olan görüşmeydi. Gabriel Noradunkyan, II.Abdülhamid zamanında kurulan hükümetlerde dört kez Bayındırlık Bakanlığı görevinde bulunmuş, Mehmet Reşad zamanındaki hükümetlerde iki kez Dışişleri Bakanlığı yapmış bir Osmanlı devlet adamıydı. İttihat ve Terakki'nin meşhur Bab-ı Ali baskını sonrasında görevinden ayrılıp Paris'e gitmiş ve bir daha Osmanlı topraklarına dönmemişti. 

Müzakerelerde Türk delegasyonunun Ermeni isteklerine tavizsiz yaklaşımları Ermeni heyetinin umutlarını tüketince, son bir hamle olarak Noradunkyan Efendi, İsmet İnönü ve Rıza Nur ile görüştü. Bu görüşmede,Türkiye içinde Ermenilerin toplu olarak yaşayabilecekleri bir yurt talebinde bulundular. İsmet Paşa, Noradunkyan Efendi ile görüşmesini ''Hatıralar''ında şöyle anlatır:

''Resmi konferans müzakerelerinin dışında, özel teşebbüslerle bilhassa benim üzerimde büyük baskılar yapılmak isteniyordu. Bir gün, eski Osmanlı Hariciye nazırlarından Noradunkyan Efendi, Lozan Palas'a gelmiş. Benimle konuşmak istediğini söylediler. Yanında birisi vardı, geldiler. Noradunkyan Efendi, yanındaki zatı takdim etti. Zannediyorum Paşalyan isminde bir efendi idi. Eski Ermeni ihtilalcilerindenmiş... Noradunkyan Efendi ile münakaşa bu tarzda başladı. Paşalyan Efendi söze karıştı... Nihayet Paşalyan Efendi’nin sözlerini, Noradunkyan Efendi bağladı: Biz Ermeni yurdu isteriz, dedi. Nasıl şey o Ermeni yurdu diye sordum. Türkiye’nin bir yerini ayıracaksınız, tarzında izah etti… Noradunkyan Efendi şöyle dedi: ‘Nerede olursa olsun, Ermeni yurdu olarak bize bir yer verin. Biz orada toplanalım, orada yaşayalım.Ne münasebet dedim. Nasıl toplanacaksınız? Hiç görülmemiş bir şey… Nereden çıkardınız bunu? Böyle yumuşak üslupla konuştum. Uzun boylu ısrar etti, çok ısrar etti. Çok tecrübe ettik, yapamayız, dedi. Sözleri gittikçe sertleşti, tehdit edici ifadeler kullanmaya başladı. Elimizden geleni yapacağız, bırakmayacağız. Böyle söylüyordu. Noradunkyan Efendi tehdit edici ifadelerle yaptığı konuşmayı bitirince, kendisine dedim ki: ‘Dinle! Şimdi ciddi konuşalım. Sizin benimle görüşmenizi ben ciddiye aldım. Bir vatanın evlatları olarak Türklerle Ermenilerin münasebetlerini bundan sonra iyi bir halde tanzim etmek için hakikaten faydalı olabilirsiniz zannettim. İstifade ederim ümidi ile sözlerinizi ciddi olarak dinledim. Fakat istedikleriniz kabili tatbik olmayan, tasavvuru, kabulü caiz olmayan bir mahiyettedir. Memleketimizin bir kısmını ayırıp size suni bir vatan ve devlet olarak vermek gibi bir teklif ileri sürüyorsunuz. Biz bunu düşünemeyiz, kabul edemeyiz, yapamayız. Sizin başka bir sözünüz var mı? Hayır, başka bir sözümüz yoktur, dedi...

İsmet Paşa, Noradunkyan Efendi ile görüşmelerini Ankara’ya da şöyle bildirecekti: “Noradunkyan Efendi geldi. Muhacirler için Ermeni yurdu istedi. Nasihat ettik…''
Benzer biçimde Rıza Nur da hatıralarında o günü anlatmaktadır: '' Noradunkyan Efendi bizi ziyaret etmek istedi. Kabul ettik, geldi. Bu zat bizim Âyan azasından idi. O vakitten tanırım, görüştüğüm adamdı. … Söylemeye muktedir olamadı… Hüsnü muamele ettik. Nihayet sükûnete geldi ve şöyle söylemeye başladı: ‘Benim bütün vücudum Türk nimetiyle vücuda gelmiştir. Yalnız ben değil; babam, babamın babası da öyle. Hep Türk memuru, bu sebeple Türk’e minnettarım, sadığım…’ Durdu, ağzında bir şey geveledi, söylemedi. Nihayet söyledi. Hülasası şu: ‘Ermeniler pek perişanmış. Onlara Cebeli Bereket (Kilikya) havalisini yurt olarak vermeliymiş.’ … Bu adam yıllardan beri bu kadar dolaşmış, uğraşmış, Ermeni yurdu alamamış. Biz de Lozan’da bunu türlü şiddetle reddettik.''

20 Şubat 2017 Pazartesi

08.12.1922 Lozan'da Boğazlar için Türk Görüşü Açıklandı...



8 Aralık 1922 Cuma günü Birinci Komisyon, Lord Curzon başkanlığında Boğazlar Meselesi için toplanmıştı. Boğazlar ile ilgili tüm milletler öneri ve görüşlerini söylemişti. Bugün söz İsmet Paşa'daydı. Herkes Türk heyetinin görüşünü dinlemek için sabırsızlanıyordu.

İsmet Paşa
İsmet Paşa, tüm beyan ve açıklamaların dikkatle dinlediğini, yapılan önerilerin incelendiğini belirttikten sonra beş asırdan fazla zamandır Türklerin elinde olan Boğazların tarihini anlattı. Özellikle 1914'te; bir taraftan Rusya, diğer taraftan Batılı devetler arasında kalan ve saldırıya uğrayan Boğazların nasıl zorluklarla savunulduğunu hatırlattı.Boğazların mutlaka yine Türkler tarafından savunulabilecek bir şekilde olması gerektiğini,bir ülkenin başkentinin -Lozan görüşmelerinde İstanbul'dan Türkiye'nin başkenti olarak bahsediliyordu- savunmadan mahrum bırakılamayacağını, Boğazlardaki Türk silahlı gücünün Trakya'daki topraklar için güvence vereceğini anlattı.

'' Boğazların stratejik önemlerine göre bunların bir Akdeniz veya Karadeniz devleti tarafından fethedilmesi,bir savaş başlangıcında derhal önemli bir üstünlük sağlar. Onun için Karadeniz sahilindeki devletlerden herhangi biriyle bir Akdeniz devleti arasında bir savaş ihtimali görünür görünmez,her iki taraf da diğerinden bir an önce Boğazlara el koymaya bakacaktır...Türkiye'nin söz konusu anlaşmazlıkta hiçbir şekilde ilgisi olmasa bile sırf hücuma uğramasından dolayı bu savaşa girmesine neden olacaktır. ''  diyerek Boğazların güvenliğinin sağlanmasının önemini tekrar vurguladı.

İki Boğaz arasındaki bölgenin güvenliğini ihlal edebilecek bir kuvvet oluşturmaması şartıyla savaş gemilerinin geçişinin kabul edilebileceğini ; ticaret gemilerinin ise gece gündüz geçişi konusunda serbestlikten yana olduğunu, bu amaçla Tuna Komisyonu tarzında bir komisyon aracılığıyla düzenleyici bir birim kurulmasının kabul edilebileceğini söyledi.

Çiçerin
İsmet Paşa'dan sonra Çiçerin söz aldı. Karadeniz'deki devletlerin donanmaları olmadığını, Karadeniz'in bu anlamda savunmasız olduğunu anlatıp Boğazlardan savaş gemisi geçmesinin kabul edilebilir olmadığını vurguladı. ''İsmet Paşa'nın Boğazlar hakkındaki beyanatındaki talepler ve bu beyanat bizim için tamamen yenidir. Bunlara inceleyerek cevap verebiliriz.'' dedi. Ruslarda kızgınlık ve hayal kırıklığı vardı.

Lord Curzon, bugün ile ilgili Londra'ya şöyle bilgi veriyordu; ''Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan delegeleri müttefiklerin (İngiltere,İtalya ve Fransa) tekliflerini yürekten kabul ettiklerini tekrarladılar. Çiçerin, Türk görüşünün kendisi için bir süpriz olduğunu söyledi.''

Toplantının sonunda Lord Curzon, bütün devletlerin görüşlerini yeniden özetleyerek İsmet Paşa'nın önerilerinin bazı kısımlarına şu an cevap vermesinin mümkün olduğunu ancak müttefikleriyle görüşerek cevap vermek istediğini söyleyerek toplatının öğleden sonraya bırakılmasının uygun olacağını belirtti.
Lord Curzon

''Rus delegeler de İsmet Paşa'nın bu sözleri karşısında şaşırdılar. Onlar da incelesinler...'' diyerek oturumu kapattı.

Öğleden sonra Lord Curzon, İsmet Paşa'nın ileri sürdüğü görüşlere dair yorumlarını paylaştı ancak incelemek için daha çok zaman gerekiyor diyordu. (Öğle arası yeterli olmamıştı) Bu arada İsmet Paşa da Ankara'ya gönderdiği telgrafta '' Konferanstan sonra Rıza Nur, Ruslara gitti. Mükemmel kavga etti. Öğleden sonra yine toplantı oldu.'' diyerek bizim de öğle arasını boş geçirmediğimizi anlatıyordu.

Lord Curzon, Karadeniz ile Boğazların ayrı konular olduğunu,ayrı ayrı inecelenmesi gerektiğini öne sürdü. Boğazların Türk toprağı olduğunu ve sadece Türkiye'yi ilgilendirdiğini söyleyince Çiçerin hemen itiraz etti. İngiltere Boğazlar konusunda Rusların olmamasını isterken Ruslar buna karşı çıkıyordu.












19 Şubat 2017 Pazar

07.12.1922 Atatürk, Halk Partisi'ni Kuracağını Açıkladı






7 Aralık 1922 Perşembe
günü Mustafa Kemal, Hakimiyet-i Milliye ve Yenigün gazetelerinde yayınlanan röpörtajında ''Milletimin her sınıf halkında ve hatta İslam Alemi'nin en uzak köşelerinde beni sonsuza kadar müfterih bırakacak şekilde gördüğüm teveccüh ve itimada kesbi liyakat etmek için en mütevazı bir ferdi millet sıfatıyla hayatımı, sonuna kadar vatan hayrına vakfeylemek amacıyla barışın istikrarını müteakip halkçılık esası üzerine müstenit ve Halk Fırkası namı ile siyasi bir fırka teşkil etmek niyetindeyim.'' diyordu.


Nutuk'da o günü şöyle anlatacaktı; ''Saygıdeğer Efendiler, her yerde, siyasî parti kurma konusunda da halkla uzun sohbetler yaptım. 7 Aralık 1922 tarihinde, Ankara basını vasıtasıyla, halkçılık ilkesine dayanan ve Halk Partisi adını taşıyan siyasî bir parti kurmak niyetinde olduğumu açıklayarak, bu partinin nasıl bir program yapması gerekeceği konusunda, bütün vatanseverlerin, ilim ve fen adamlarının yardım ve işbirliğine başvurmuştum.''

Hazırlık sürecinin tamamlanmasıyla o zamanki adıyla Halk Fırkası, İzmir'in kurtuluşunun birinci yıl dönümünde 9 Eylül 1923'de resmen kurulacaktı. Kurulduğu günden itibaren, gericilerin,cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının hedefi olacaktı...




Lozan'da ise bugün alt komisyonlarda; Mübadele, gümrükler ve kapitülasyonalar ile ilgili detaylar görüşülüyordu. Bir yandan da yarın yapılacak ve git gide tansiyonun yükseldiği Boğazlar Meselesi'nün üçüncü oturumu için hazırlıklar yapılıyordu.

Rauf Orbay
Ankara ile ''Nüfus Mübadelesi''ne dair yoğun bir telgraf trafiği vardı. Başbakan Rauf Bey '' İstanbul Rumlarının da mübadelesinin sağlanması gerekiyor. Ancak olağanüstü çalışmalara rağmen bu mümkün olmazsa İstanbul'da Rumların hiçbir ayrıcalık(imtiyaz) talep etmemeleri şartıyla yerlerinde kalmaları kabul edilebilir. Bu durumda mübadeleye dahil edilecek yerlerin nüfusundan olup da İstanbul'da toplananların mutlaka durumları açıkça belirtilmelidir, Efendim. '' diyerek Rumların durumu ile ilgili Ankara'nın görüşünü paylaşıyordu.


İsmet Paşa, dün gönderdiği telgrafında '' Türkiye'deki Ermeniler ile Ermenistan'daki Türklerin nüfus değişimiyle ilgili olarak, Lozan'da  konuşacak bir muhattabı olmadığını söyledikten sonra ''Ermenistan Hükümeti ile bir mübadele işini müttefik devletler ile görüşmek, Türkiye'nin doğu sınırlarını ve Moskova Antlaşması'nın yeniden görüşülmesine neden olabileceği için yapılabilir bir iş değil. Ve bu durumda kendi istekleriyle memleketimizde kalacak Ermenilerin bu isteklerini kabul etmekten başka bir çözüm şekli yoktur.'' diyordu. Rauf Bey, bugün gönderdiği cevapta İsmet Paşa ile bu konuda hem fikir olduğunu söylüyordu.


İsmet Paşa
İsmet Paşa bugün bir İsviçre heyeti, Fransa baş delegesi Barrere ve Ruslar ile görüştüğünü, ''Ruslar, artık barış yapmak zorunda olduğumuzu kabul ediyorlar.'' diye bildiriyordu.

İsmet Paşa, İngiliz Dışişleri Müsteşarı'na istediğimiz Musul sınırını gösterdiğini anlıyordu. Ancak İngiliz müsteşar,'' Musul'u da kapsayacak şekilde, kuzeyden güneye Dicle'nin iki tarafındaki Arap bölgesini biz alıyoruz. '' dedikten sonra bunun doğusundaki Süleymaniye'yi ve kuzeyindeki dağlık bir şeridi İsmet Paşa'ya gösterip ''Müttefiklerimiz Arapları bırakmayız.'' diyordu. Musul sorunu olduğu gibi duruyordu...





18 Şubat 2017 Cumartesi

06.12.1922 Boğazlar Meselesi Görüşmelerinde İkinci Gün

Lozan'da Boğazlar Meselesi görüşülürken Müttefiklerin donanması halen İstanbul Boğazı'ndaydı.İngiltere, Fransa ve İtalya donanmalarına ait savaş gemilerinin, Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra 25 Ağustos 1923 günü başlayan tahliye süreci
2 Ekim 1923 tarihinde tamamlanacaktı.








6 Aralık 1922 Çarşamba


Lord Curzon
Dün yapılan toplantıdan sonra bugün herkes Müttefiklerin Boğazlar konusundaki görüşünü öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Söz oturum başkanı Lord Curzon'daydı; ''Geçmişte Karadeniz'de yalnız bir Rusya ile bir de Türkler vardı. Fakat şimdi  burada başka devletler ortaya çıktı. Onların geçiş serbestliği ve çıkarlarını da dikkate almak zorundayız.'' diyerek yumuşak bir giriş yaptı.

Lord Curzon, öncelikle tarihten örnekler vermeye başladı. 1871'deki Londra Antlaşması ile Türkiye'nin Boğazlar'da elde ettiği imtiyazları (Osmanlı Devleti kendi güvenliği açısından gerektiğinde istediği gibi “dost veya müttefik” güçlerin savaş gemilerine Boğazları açabilecektir. 1923 Lozan Sözleşmesine kadar Türk Boğazlarından geçiş rejimi 1871 Londra Sözleşmesiyle düzenlenmiştir.) hatırlattıktan sonra Rusların Karadeniz'e egemen olmak için Türkiye'yi destekler göründüğünü söyledi. 


Fransa Baş Delegesi
Camille Barrere
''Türkler hatırlasınlar, Mehmet Ali Paşa zamanında Rus donanması Hünkar İskelesi Antlaşmasına neden oldu. (8 temmuz 1833 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan karşılıklı yardımlaşma ve saldırmazlık antlaşmasıdır. Aynı zamanda Boğazlar sorunu da bu antlaşma ile başlamıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı'nın Ruslar ile fazla yakınlaştığı endişesine kapılan İngiltere beş yıl sonra Baltalimanı Antlaşması'nı imzalayacaktır.)Trablusgarb ve Balkan Savaşları'nda, Dünya Savaşı sırasında Boğazların kapanması dünya ticaretinin zararına oldu. Rusların isteği uluslararası hukuka aykırıdır. Mösyö Çiçerin'in gayesi Karadeniz'i bir Rus gölü haline getirmek. Türkleri de sadık bir bekçi yapmaktır.'' diyerek sertliğin dozunu iyice arttırdı.

Ardından Müttefiklerin ( İngiltere,İtalya ve Fransa) Boğazlar Meselesi için hazırladıkları kararları okudu.



İtalya Baş Delegesi
Marquis Garroni
  1. Boğazlar barışta ve savaşta -eğer Türkiye tarafsız ise- ticari geçişler konusunda kesinlikle serbest olacaktır. Eğer Türkiye tarafsız değilse, bu serbestlik savaş kaçakçılığı yapmayan tarafsız gemiler için korunacaktır.
  2. Her devlet için miktarı Karadeniz'deki en büyük filonun kuvvetini geçmemek şartıyla savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçişi serbest olacaktır. Savaş gemileri, barışta ve savaşta -eğer Türkiye tarafsız ise- serbestçe geçiş yapabilecektir. Eğer Türkiye tarafsız değilse, yalnız tarafsız devletlerin gemileri geçebilecektir.
  3. Karadeniz'e komşu hükümetler (Türkiye,Rusya,Gürcistan, Ukrayna,Romanya,Bulgaristan) ile Fransa,İngiltere, İtalya,Japonya ve Amerika temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından, bir bölge tespit etmek şartıyla, Boğazlar savunma tesislerinden arındırılacaktır. Bu komisyonun yönetimi Türkiye'ye verilecektir.
  4. Şekli sonradan belirlenmek üzere,İstanbul'un himayesi için teminat verilecektir.
Yugoslav delegesi
Nintchitch

İngiltere baş delegesi Curzon'dan sonra Fransa baş delegesi Barrere  bir beyanat okudu. Sonra da İtalyan baş delegesi Garroni...Her ikisi de Lord Curzon'ın tekliflerine katıldıklarını teyit ediyorlardı. Sonra konuşan Yugoslavya Delegesi Nintchitch de Müttefiklerin görüşlerine katıldığını ve desteklediklerini söyledi.

Böylece konferansa katılan devletlerin delegelerinin tamamı konuşmuş ve görüşünü ortaya koymuş oluyordu. Geriye bir tek ''gözlemci'' olarak katılan Amerika kalmıştı.
Amerika
Delegesi
Mr Child


Lord Curzon, Barrere, Garroni, ve Nintiç'den sonra Amerika delegesi Child söz aldı. Boğazlar'ı uluslararası bir yol olarak gören ve her ülkenin ticaretini koruma hakkını savunan, özellikle hem ticari hem askeri gemiler için Karadeniz'e erişim serbestisiyle ilgili , Lord Curzon'ın ''Amerikan görüşlerinin etkili ve iyi telaffuz edilmiş bir beyanı '' olarak nitelendirdiği bir konuşma yaptı.


Bu beyanatın zamanlaması çok önemliydi. Çünkü Türkiye, bir pozisyon belirlemeden önce Müttefiklerin ortak konumunun yanı sıra Birleşik Devletler'in bakış açısını da öğrenmiş oluyordu.

Amerika delegesi de konuşmasını yaptıktan sonra Lord Curzon, İsmet Paşa'ya dönerek ''Artık Türk delege heyetinin fikrini öğrenebilir miyiz?'' diye sordu. İsmet Paşa, tüm delegelerin cevaplarını inceledikten sonra cevap verebileceğini söyleyerek zaman istedi. Bunun üzerine öğleden sonra cevap verip veremeyeceğini sordu. İsmet Paşa, detayların incelenmesi için bu sürenin yeterli olmayacağını söyledi. 

İsmet Paşa
Lord Curzon ''O halde yarın mı?'' diye sorunca ''Müttefikler kendi görüşlerini açıklamak için iki gün çalıştılar. Nasıl olur da Türkler ve Ruslar bir günde cevap verebilirler ?'' diyerek  Çiçerin olaya müdahale etti.

Sonrasında tekrar söz alarak Lord Curzon' un konuşmasında Rusya ile ilgili yaptığı yorumlara aynı uslüpta cevaplar verdi. Rusya'nın eski Rusya olmadığını, Türkiye'yi ve barışı tehdit eden Çarlık Rusya'sının yerinde artık doğu toplumları arasında kardeşlik hislerinden ilham alan Sosyalist bir Rusya olduğunu, Karadeniz'i Rus gölü yapmaya planlamadıklarını ama İngiltere'nin Asya'daki emperyalist hamlelerinin yarattığı problemleri, barıştan yana olduklarını, yakın doğu barışının sürekliliği için Türkiye'nin özgür olmasına bağlı olduğunu, İngilizlerin kendilerini savaşa ittiğini,eğer savaşmak zorunda kalırlarsa boyun eğmeyeceklerini söyledi.

Çiçerin
Artık Rus-İngiliz mücadelesi tüm hızıyla sürüyordu. Ancak diğer yandan gözler bu iki tez arasında kalan Türk heyetinin üzerine çevriliyordu.

İsmet Paşa, Çiçerin'e katılarak tartışmaların 8 Aralık'a ertelenmesini önerdi.

Yine de dün ve bugün gerçekleşen iki oturum sonrasında Türklerin izleyecekleri yol neredeyse belli olmuştu. Tahkim edilmiş Boğazlar ve Karadeniz'in tüm savaş gemilerine kapatılması yönündeki Rus baskısının, uzlaşmacı olmayı tercih eden Türkler nezninde ''neredeyse kaybolmuş'' olduğu fark edilecekti.


Kilit soru şuydu; İsmet Paşa'nın beklenmedik tavır değişikliğinde genel olarak Lord Curzon'ın başarılı polititası mı, yoksa Türk görüşünü etkileyen başka düşünceler mi etkili olmuştu?

Elbette Lord Curzon etkili bir diplomat idi. Ancak konunun özünde Türkiye'nin İngiltere ile uzlaşmaya varma arzusu yatıyordu. Misak-ı Milli'de açıklanan Türk tezi, İngiliz tezinden çok farklı değildi. Ayrıca İsmet Paşa, Boğazlar sorununun barışın önündeki en önemli engellerden birisi olduğuna inanıyordu. Tatminkar bir sonuç elde edebilmek için genelde Müttefiklerle, özelde de İngiltere ile anlaşmaya varmak zorunda olduğunun farkındaydı. Bu tavrın Musul için yapılan görüşmelerde elimizi güçlendireceğine inanıyordu.

6 Aralık günü, Boğazlar sorununun yeniden ele alındığı tarihin sabahında Bristol, kendisiyle görüşmek için Amerikan Başdelegesi Child’ı beklemekte olan Barton ve Peet ile karşılaştı. İki misyonerin niyeti, birkaç gün önce Papa’nın “Hıristiyan Azınlıklar” ile ilgili olarak yaptığı müracaatı kullanarak yeni bir propaganda kapısı aralamaktı. Bristol bu girişimi, “.. [Papalık müracaatı] da bana şimdiye kadar yapılan ve kullanılan geniş çaplı yalanlara dayalı propagandanın diğer bir türü gibi…” değerlendi ve Barton’a bu devletlerin Türkiye’ye söz konusu amaç için bir ordu göndermeye kararlı olup olmadıklarını sordu. Barton da böyle bir şeyi mümkün görmüyordu fakat Türk tarafının birleşik bir blok karşısında Ermeni taleplerini karşılamak için geri adım atacağını umuyordu ve bu nedenle Lozan’daki temsilcileri örgütlemeye çalışıyordu.

Papalık müracaatı bu çalışmalarda kullanılabilecek yeni bir araç görevi görecekti Bristol, Barton’a şuan ki Türklerin geçmişte olduğu gibi blöfe boyun eğecek bir karakterde olmadıklarını ve son on yılda Türkiye’de pek çok şeyin değiştiğinin ABD’de halen anlaşılamadığı cevabını vererek, “… Türkler blöf yerine savaşmayı tercih edeceklerdir…” diyecekti.



Popüler Yayınlar